S E K İ Z

6.4K 591 87
                                    

15 Temmuz'un üstünden tam bir sene geçmiş. Acılar, yaralar, yetim kalışlar, şehadete erişler, vatanın ne olduğunu öğrenişler üstünden tam bir sene geçmiş. Ne denir bilmem... Bazen sadece 15 Temmuz demek yetiyor galiba.


"Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna..." Nilgün Marmara

Mescidin halısında uzunca oturmaktan uyuşan ayaklarını açmak için yavaşça doğruldu. Arada annesi ve Rabia gelip gitmiş birlikte yakınlardaki bir yerde biraz oturmuşlardı. Sonrasında ise yoğun bakım önündeki korkulu bekleyişlerine bir namazlık ara vermişlerdi. Harun zemin kattaki mescitten çıkıp koridorda Adeviyye'yi beklemeye koyuldu. On dakikanın sonunda gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuş karısı mescidin kadınlar bölümünün kapısında belirdi. Ayakkabılarını giyip Harun'a yaklaştı Adeviyye sonra da yan yana ama hiç konuşmadan mesken tuttukları plastik sandalyelere döndüler.

Günler böyle geçip giderken durgun bir anın içine sıkışmışçasına garip hissediyordu Harun. Sanki yüzyıllar geçiyor ama aynı zamanda tek bir saniye bile ilerleyemiyorlarmış gibi. Adam, Adeviyye'nin buna daha ne kadar dayanabileceğini düşünürken buluyordu kendisini, gittikçe çözlüşünü anbean seyretmek içini tanınmaz hale getiriyordu. Gözlerini kapatıp başını duvara yasladı. Hastanenin ruh tüketen kalabalığının insanı çırılçıplak üstelik yapayalnız bırakan bir çelişki olduğunu çoktan anlamıştı Harun. Ölümün ve doğumun ve dahi ikisinin arasındaki bin bir nevi acının insanın yakasına gelip yapıştığı yerlerdi hastaneler. Ve bir bakıma Allah'la insan arasında en keskin köprüydüler.

Yoğun bakımın kapısı açıldığında gözlerini açtı. Bu ses hücrelerine kadar işlemişti. Hele bir önceki gün içeriye koşan bir grup doktorun girmesi için açıldığı vakitten beridir neredeyse duyduğu, farkına vardığı, teyakkuzda beklediği tek sesti. O sesi, o duyuşundan sonra yoğun bakımdan beş yaşında güzel bir kız ayrılmıştı, arkasında gözü yaşlı anne ve babasını bırakarak. O dakikadan beridir de içinde kurtçuklar dolanıyordu Harun'un. Derisinin altında kıvır kıvır oynaşan, beyninin en olmadık yerlerini yiyip tüketen kurtçuklar... Bakışları kapının ağzına kilitlenmişken ilk geldikleri gün konuştukları doktor hanım onlara doğru kararlı adımlarla yürümeye başladı. İçi hopladı adamın. Doktorun önlüğü kadar beyaz ve boş yüzünden hiçbir şey anlaşılmıyordu. İçindeki korkuyu bir kenara itmeye çalıştı. Başaramadı elbet. Çok da uğraşmadı ayaklandı ve kendisiyle birikte doğrulan Adeviyye'nin eline uzandı. Kadının serin ellerini avcunun içinde sıkarken doktor lafa girdi.

"Ben de sizinle konuşmak istemiştim. Buyrun içeriye geçelim."

Adeviyye'nin kasıldığını ama yine de doktoru takip etmeye başladığını hissetti. Kalbi şakaklarında attı neredeyse, kulakları uğuldadı. Lakin derin bir nefes alıp o da yürümeye başladı. En nihayetinde doktorun odasına girip oturdu, Adeviyye'yi de yanına oturttu.

"Halil Yasin'in durumu bu sabah hafif bir düzelme göstermeye başladı."

Bir cümle insanı kuş oldurup uçurur muydu? Uçururdu. Güldü Harun. Sonra karısına döndü. Onun günlerden beri ilk kez yüzünde küçük bir gülümsemeyle aydınlanmış yüzüne baktı. Biraz daha hafifledi adam.

"Tabi, kesin bir şey söylemek için biraz erken ama bu şekilde devam ederse yarın sabah onu solunum makinasından ayırmayı planlıyoruz. Böbreğindeki enfeksiyon da verdiğimiz antibiyotiklere yanıt veriyor. Eğer ani bir değişiklik olmazsa diyaliz ihtiyacının da ortadan kalktığını söyleyebiliriz."

Adeviyye'nin sevinçli bir "Elhamdülillah!" mırıldandığını duyduğunda Harun onu takip edip Allah'a şükretti.

"Yani bu demek oluyor ki, her şey planlandığı gibi giderse iki gün içinde Halil Yasin'i kattaki bir odaya alacağız."

HasbelkaderWhere stories live. Discover now