O N B İ R

5.8K 489 85
                                    

"Bak biz yavaş yavaş ölüyoruz...

Sen bir köşede, ben bir köşede, uzakta ve habersiz ölüyoruz." Tarık Tufan

Aralarındaki gerginlik en olmadık anlarda yanlarında beliren kara bir bulut gibiydi. İlk anlaşmazlıklarının ertesi günü ikisi de sakinleşmişti ve bir şey olmamış gibi davranmaya başlamışlardı lakin bazı anlarda küçücük de olsa bir şey değişmiş gibi geliyordu genç kadına. Davaya katılmayı reddetmesinden sonra Harun işin peşini yine de bırakmamış ve bir şahit sıfatıyla duruşmalardaki yerini almıştı. Bunu bildiğinden dava ile ilişkili en ufak bir durumun olduğu günlerde Adeviyye kendisini normalden daha çok susarken buluyordu.

Derin bir nefes alıp cesaretini topladı ve kapıyı tıklatıp içeriye girdi. Harun çalışma odasına çevrilen çocukluk odasında bilgisayar karşısında çalışıyordu. Onun girişini gördüğünde yüzünü ekrandan kaldırdı. Genç kadın gülümseyerek ona doğru yürüdü ve tam yanına geldiğinde kalçasını masanın kenarına yaslayıp elindeki iki kupadan kocası için doldurduğunu ona uzattı. Adam yorgun bir gülümsemeyle bardağı alıp "Ödevin bitti herhalde." diye sordu.

"Sence?" diye yanıtladı onu Adeviyye bu ilgili karşılama hoşuna gitmişti. Belki de son birkaç gündür olan gerginlik kendi kuruntusundan başka bir şey değildi. "İnsanın bu kadar çalışkan bir hanımı olması bazen sinir bozucu olabiliyor." diye homurdandı Harun takıldığını belli eden parlak bakışlarla.

"Aynı sınıfta ilkokulu okusaydık ben sınıf birincisi sessiz kız olurdum, sen de beni geçmek için elinden geleni yaptığı halde bir türlü başarılı olamayan hırslı çocuk, diye düşünüyorum bazen."

Adeviyye'nin yaptığı benzetmeye genişçe gülümseyen adam "Haklı olabilirsin." dedi karısının masanın kenarına yasladığı elini avcunun içine alırken. "Ama kocası, bu ezik sınıf ikincisi olan yine sensin. Hatırlatırım."

Kadının gülünce aydınlanan yüzünü seyrederken onu kendisine çekti ve kollarını ona doladı. Ne kadar harika olursa olsun bir yanıyla nimet olan evliliğin öte yanıyla koca bir imtihan olduğunu yavaş yavaş idrak ediyordu genç adam. Bazen hayalinde kurduğu Adeviyye ile gerçek olanı arasında dağlar ve okyanuslar kadar farklar olabiliyordu. Mesela nikah mevzusunu hala çözebilmiş değillerdi ve ne zaman bu konuyu konuşmak için en ufak bir imada bulunsa Adeviyye'nin ona kilometrelerce uzak bir mevkide olduğunu hissediyordu. Hele bu farkın boyutunu ilk kez yüzüne çarparken anladığı dava mevzusunda hissettiği derin teessürden sonra bunu daha iyi kavramıştı.

Aynı anda kollarının arasına aldığı kadın ise kocasının göğsüne yaslanıp onun huzurlu sıcaklığında sarmalanırken bu sıcaklığın ve geriye kalan her gülümsemenin de büyük birer imtihan olduğunu düşünüyordu. Güzelliğin imtihan olmadığını sanmak kadar tuhaf bir şey yoktu onun gözünde. Nimetin çoğu zaman en az geçilen sınav olduğunu ruhunun en kuytularına kadar hissederdi hep. Şükretmek, sayısızca şükretmek bazen sabretmekten daha zor olurdu.

"O'dur sizleri karada ve denizde gezdiren; hatta gemilerde bulunduğunuz ve içindekileri alıp hoş bir esinti ile akıp gittikleri ve tam onunla keyiflendikleri sırada ona şiddetli bir fırtına gelir çatar, her yerden onlara dalga gelmeye başlar ve tamamen kuşatılıp bittiklerini sanırlar; işte o vakit dîne sarılarak, Allah'a tam bir ihlâs ile duâ eder ve "Andolsun ki, eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükreden kullarından oluruz" derler. Derken, onları kurtardığı vakit, hemen yeryüzünde haksız olarak azgınlığa başlarlar. Ey insanlar! Bu azgınlığınız/taşkınlığınız sadece kendi zararınızadır; o alçak hayatın biraz zevkini sürersiniz, sonra döner bize gelirsiniz, biz de bütün yaptıklarınızı size haber veririz." [Yunus Suresi 10:22-23]

HasbelkaderWhere stories live. Discover now