Sahip #15

60.8K 2.8K 324
                                    

Silver ve Stell'i sevdiğinizi umuyorum. Açıkça Crystal kadar onlar da ana karakterlerim :) 
Kısaca daha onların olduğu bölümlerle karşılaşacağız. Onlar da olacak son için ellerinden geleni yapacaklar :)
vote ve yorumlarını içinde çok teşekkür ederim. Hepinizin yorumuna cevap yazmaya çalışıyorum elimden geldikçe. Saçmalarsam da şimdiden çok özür dilerim.
İyi okumalar :*

------------------Crystal-------------

"Biraz eğlenmek ister misin?" diye sordu.

"Bu lanet olası sarayda eğlenecek ne var ki?" diye sordum. Geçen  günlerde yaptığım her şey canımı acıtıyordu şimdi. 

"Sana göstermek istediğim yerler var" dedi kolumdan tutup beni çekiştirirken. Bir sağa bir sola gidiyor daha önce görmediğim yollardan geçiyorduk. Büyük bir kapının önünde durduk. Kapıyı gösteri yaparcasına açtı ve içeri girdik. Burası boş bir salondu. Sarayın her salonu gibi yüksek tavanlı, süslü perdelerle süslenmiş.

"Dans etmeyi biliyor musun?"diye sordu iki elimi tutarak. Hayır anlamında kafamı sallayınca beni kendine çekti. Bir melodi mırıldanmaya başladı. Sağa sola hareket ederken adımlarına uyum sağlamaya çalışıyordum. Onunla dans etmek zevkliydi. Keşke böyle dans edebileceğimiz bir geleceğimiz olabilseydi. 

"Lütfen, yapma böyle. Üzüyorsun beni. " dedim elinden kurtulmaya çalışarak. Birden bire bütün yüzü düştü. Elimi bırakıp bir adım geri attı. 

"Benden sıkılıyor musun?" diye sordu. Niye birden böyle sormuştu ki? Neden üzülmüştü? Ondan sıkıldığımı düşündüğü için mi? Bir elimi yanağına koydum. 

"Hayır.  Çok eğleniyorum seninleyken. Ama öleceğim ve senin üzülmeni istemiyorum. " dedim kalbime aniden giren acıyı bastırmaya çalışarak. 

"Arkamda bırakacaklarımı düşünmek istemiyorum ama bunu kabul etmeni istiyorum." dedim mendilimi çıkararak. Mendili eline tutuşturdum. 

"Teşekkür ederim. Her şey için" dedim ve konuşmasına izin vermeden bizden başka kimsenin olmadığı salondan çıktım. Takip etmemesi için hızla koştum. Gördüğüm ilk tanıdık yer Şehzadenin özel bahçesiydi. Yollar hep oraya çıkıyordu zaten benim için. Oraya girdim ve ağaçların arasında ilerlemeye başladım. Çeşmenin ilerisinde bir orman saklıymış meğersem. Uygun bir ağaç görünce üzerine çıktım. Düzgün ve beni gizleyebilecek bir dala oturdum ve havanın kararmasını bekledim. 

Aslında abartıyordum. Harem dairesine gidip oturabilirdim. Oraya giremezdi Duvar adamım. Ama iki kardeşimin de gidişine o odada şahit olmuştum. Oraya gitmek istemiyordum. Ne kadar az kalırsam o odada o kadar iyi. Hadma Hatunu görmek bile istemiyordum. Dün olanlardan sonra keşke Silver'a kızmasaydım. Biraz daha iç rahatlığıyla ağzının payını verebilseydi keşke. 

Peşimden gelmiş miydi acaba? Beni takip etmiş miydi? Beni özleyecek miydi? Benim için yas tutar mıydı? Sonra hatırlattım kendime. Haydi Crystal. Bu dünyadan gitme vakti. Kardeşlerinin yanına. 

Ağaçtan dikkatlice indim ve harem dairesine doğru yürümeye başladım. Tek başıma. Gözümde buraya ilk geldiğimiz anılar canlanıyordu. Haremden içeri girdiğimde Hadma hatun her zamanki yerimizde sol tarafta oturuyor görünce sağ tarafa oturdum. Çocukluk bu yaptığım ama onun yüzünü dahi görmek istemiyordum. Harem ağası odaya girdiğinde konuşmasına izin vermeden;

"Geliyorum." dedim ve hızla kalkıp onu takip etmeye başladım. Bana kapıyı gösterdi ve içeri girmemi dahi beklemeden arkasını dönüp gitti. Buna biraz şaşırsam da arkasından bakmaktan başka bir şey diyemedim. Kapıyı açtım ve içeri girdim. 

Kahverengi sarı tonları ile düzenlenmiş, büyük bir odaydı. Odanın bir ucunda bulunan masanın önünde sırtı dönük biri duruyordu. Beni kardeşlerimden ayıran adamın o olduğunu düşününce hızla ona koştum ve yumruklarımı sırtına geçirmeye başladım. Arkasını döndü ve ellerimi tuttu. Duvar adamımdı bu.

"Ne işin var senin burada? Şehzade gelmeden git buradan."dedim ona bakarak.

"Arkandan geldim ama yetişemedim sana."dedi gözlerimin içine bakarak.

"Hadi ben öleceğim. Git buradan! Burada olman yasak hem! Git! Kurtar kendini!" dedim. O yaşamalıydı. Niye benimle ölsün ki?

"Ölmekten korkuyor musun?" diye sordu birden ciddileşerek. 

"Hayır. Kardeşlerim beni bekliyordur. Hadi git, lütfen!" dedim.

"Bir şartla giderim." dedi bana bakıp sırıtarak. Bir anda o ciddi yüzü ifadesinin yerini sırıtış almıştı. 

"Öldürteceksin kendini. Git ne olur!"

"Benim için endişeleniyor musun?" diye sordu. Amacı bu muydu? Onun için endişelendiğimi mi duymak istiyordu?

"Evet! Senin için endişeleniyorum! Çıldırdın mı sen?! Git artık!" dedim. Gözümden bir damla yaş süzüldü. Arkamda Duvar adamımı bırakacaktım. Belki beni özleyecekti. Belki ardımdan bir damla yaş bile dökerdi. 

“Benimle dans etmeni istesem, dans eder misin?”diye sordu gözlerindeki fırtınalarla.

“Şimdi mi?” diye sordum anlamayarak.

“Benimle kaçar mısın ? Hemen şu anda?”

“Bizi yakalayıp öldürürler. Lütfen git kurtar kendini.”

“Ağladığımı görsen, Ağlar mısın benimle?”

“Lütfen yapma. Şehzadeye yakalanacaksın " dedim gitmesi için son bir umut olarak. Ona onu sevdiğimi söylediğim an ona  bağlanacakmışım gibi hissediyordum. Ölecek biri için tekrar dünyaya bağlanmak çok acı verici olabilirdi.

“Kurtarır mısın ruhumu bu azaptan bu gece?

Titrer misin dudaklarına dokunsam?

Güler misin benimle? Lütfen söyle.

Ölür müsün sevdiğin biri için?

Beni sevebilir misin?”  diye sordu gözlerimin içine bakarak. 

"Seni seviyorum."dedim. Gerçekten seviyordum onu. Hemde çok ve karşılaştığımızdan beri.

“Dans edişini, gelip beni kurtarmanı, kahramanım olmanı, yanımda olmanı, bana sarılışını, bakışlarını, sesini..Ama ne olur git. İkimiz de ölmek zorunda değiliz.”

Yataktan kalktı ve bana sıkıca sarıldı. Sonra kollarını biraz gevşetti.

"Beni öp ki dediğine inanayım." dedi.

"Ama... ama ben… öpüşmeyi.. bilmiyorum ki" dedim utana sıkıla. Yoksa çoktan öperdin, dedi içimdeki bana yabancı olan ses. Hak verdim. Öperdim.

“Peki, ister miydin?” diye sordu bana iyice yaklaşarak. Bu çok tehlikeli bir mesafeydi. Hele içeri Şehzade girse ve bizi böyle görse…

“Evet” dedim durumun fazla uzamaması için. Belki gelmeden gidebilirdi. 

"Öğreteyim" dedi ve itiraz etmeme, yakalanacağımızı söylememe izin vermeden beni öptü. Dudakları yumuşacıktı. Sıcacıktı. Huzur veriyordu. İçimi eritiyordu. Sevildiğimi hissettiriyordu. Beni öpmeye devam ederken bende dudaklarımı hareket ettirip karşılık vermeye çalışıyordum. Nefes nefese kalıp birbirimizden uzaklaştığımızda ;

"Seni seviyorum." dedi.

"Ölecek olan birine bu kadar bağlanma" dedim durumumuzu hatırlatmak istiyordum. Aslında bu kendim için dediğim bir cümleydi. İçler acısı bir durumdaydık çünkü.

"Sana bir şey itiraf etmeliyim." dedi düşünceli bir şekilde.

"Dinliyorum." dedim söylemesi için teşvik ederek.

"Ben Şehzadeni ta kendisiyim. Ben Şehzade Farad'ım." NE! NE! NE !

----

SahipWhere stories live. Discover now