VII/ateş+öpücük

6.5K 583 224
                                    

"Önce bir ellerin var,
Yalnızlığımla benim aramda."

18 Mayıs 2016
Jeju

Sessiz geçen iki günün ardından tek başıma sahile inmiş, bulutlu havaya rağmen boş bir şezlonga uzanmış kitap okuyordum. Kırk sekiz saattir tanıdık hiç kimseyle konuşmadığım için kafam oldukça rahattı. Birkaç gündür hava kapalı olduğundan sahil çoğunlukla sakin oluyordu, bu yüzden bende buraya gelip birkaç saat oturuyor, kitap okuyor ve kumsala vuran dalgaları izliyordum. Düşünüyordum, ne yapmak gerektiğini, aklıma ne getirmem gerektiğini düşünüyordum.

Dün sabah erkenden taburcu olduğum hastaneye gidip kan tahlili sonuçlarımı almıştım, ardındansa doktorla olan randevuma yetişip sonuçları ona göstermiştim. Kanımda yüksek dozda eroin bulunduğunu açıkladığında bakakalmıştım ona. Daha o gün, hastaneden çıkmadan önce doktor benimle konuştuğunda bir şeylerin yanlış olduğunu biliyordum zaten. Fakat bunun eroin değil de içkime katılan birkaç zararsız esrardan ya da alkolden kaynaklanabileceğini düşünmüştüm. Eroin, hiçbir zaman benim için bir seçenek olmamıştı.

Doktorun ısrarlarla bir psikiyatriste ya da uyuşturucuyla mücadele derneklerine başvurmamı söylese de onu kesin bir dille reddederek odasını terk etmiştim. Emindim çünkü, eroin ya da herhangi bir uyuşturucu maddesi almadığımdan emindim. Doktorun aldığım aşırı dozlardan dolayı bazı anıları hatırlayamayacağım gerçeğinin de olduğunu söylemesine rağmen emindim. Kendimden oldukça emindim.

Düşüncelerimden arınmamı sağlayan gürültü, sahilin biraz ilerisinde yakılan ateş ve etrafında bir şeyler yapan gruptan geliyordu. Birkaçı hem şarkı söyleyip dans ediyor, birkaçı alkış tutuyor, birkaçı da sadece oturmuş öylece olan biteni izliyordu. Neredeyse indirecek olan yağmuru umursamadan sahilde toplandıklarını görmek iki gündür asık gezen suratımı biraz da olsa gülümsetebilmişti. Bu gürültüde kitap okuyamayacağımı ve zaten düşüncelerimden arta kalan zamanı da kitaba veremediğimden kitabı kapatıp ayağa kalkmıştım. Sandaletlerim, kuma bata çıka yürümekten dolayı neredeyse kopacaklarmış hissi veriyordu. Ateşin etrafındakilere biraz daha yaklaştığımda ve göz ucuyla kim olduklarına baktığımda orada birkaç tanıdık sima gördüm. İki gündür bir kere bile yüzünü görmediğim Eun Ha, arada sırada büfede, kafede ya da barda denk geldiğim Jung Kook ve onlarla tanıştığım geceden sonra bir daha görmediğim Ho Seok yan yana oturmuş ellerindeki içkileri yudumlayarak sohbet ediyorlardı. Gözlerimi beni görmemeleri için hemen üzerilerinden çektiğimde adımlarımı hızlandırdım ve sessizce otel binasına yürümeyi amaçladım. Açık saçlarım, rüzgar sayesinde önüme doğru uçuşarak yüzümü kapatmayı başarıyordu ve ben kafamı kaldırmıyordum bile. Bu yüzden bunun çok zor olmayacağını düşündüm. Hala kırgın ve kızgın olduğum Eun Ha'nın yüzüne bakmak dahi istemiyordum. Fakat tanrı, o an yanımda değildi.

"Soo Jung?" Adımın tanıdık sesin telaffuzunda duymak bir anda panikletmişti beni. Elimdeki kitabı daha da sıkı tutarak duymamış gibi yapmayı amaçlayarak yürümeye devam ettim.

"Soo Jung!" Bu sefer kendinden daha emindi. O tok, kafamı karıştıran güzel ses... Artık duymamamın imkanı yoktu. Bu yüzden isteksizce kafamı kaldırdım ve bana doğru gelen Jung Kook'a baktım.

"Sen olduğunu biliyordum." Gülümseyerek ellerini bol kotunun ceplerine yerleştirdi.

"Nasılsın?" Kendimi gülümsemeye zorlayarak dudaklarımı araladım. Ona sadece, bunu keşke karşılaştığımız tüm o anların birinde sorsaydın, dememek için zor tuttum kendimi.

"İyiyim, teşekkürler." Kısa keserek, ellerimi önümde kavuşturdum ve kitabımı da iki elimin arasına sıkıştırdım. Ona hatırını sormamamı takmamıştı bile.

azalea ¦ jeon jungkookWhere stories live. Discover now