XIV/veda+damarlar

5.1K 470 304
                                    

"Her şey biliyor, her şey
Sen biliyor musun bakalım,
Seni nice sevdiğimi?
Üstüne titrediğimi?
Geldiğimi?
Gittiğimi?"

20 Haziran 2016
Seul

"Günaydın." Dudaklarındaki tembel gülümsemeyi gördüğümde dakikalardır birbirine bastırdığım dudaklarım iki yana büküldü, başıboş bir gülümemeye bıraktı kendini.

"Gün aydınlananı çok oluyor aptal. Hava kararacak neredeyse." Gözlerini irice açtığında yüzündeki gülümsemesi silindi.

"Gerçekten mi?" Bir anda panikliyor oluşununa aldırmamaya çalışarak sordum;

"Evet, gerçekten. Ne oldu birden bire böyle? Bir işin falan mı vardı?" Kuru dudakları, dili sayesinde sırılsıklam olduktan sonra dirseklerinden güç alarak doğruldu yatakta. Sırtını başlığa yasladıktan sonra derin bir iç çekti.

"Saatin kaç olduğunun ne önemi var ki artık?" Kurduğu cümleyi anlamaya çalışırken onu taklit ederek bende yatakta doğruldum.

"Jung Kook, iyi misin? Ne oldu birden bire? Erken kalkmak falan mı istiyordun?" Boşluğa diktiği gözleri onun adını mırıldanır mırıldanmaz irkilerek beni bulmuş ve kafasını iki yana sallamıştı. Dakikalar öncesine göre daha sakin duruyordu şimdi.

"Hayır, hayır sorun değil. Bir şeyim yok." İfadesi nihayet sakinleştiğinde bunu her zamanki dengesiz hallerine vererek işin içinden sıyrılmak istedim.

"Pekala." Yutkundu ve yüzümü izledi uzun bir süre. Sessiz kalmayı seçtiğini anlayabiliyordum. Fakat günlerdir aramız çok iyiydi ve bunun tekrardan kısır döngüye girmesini istemediğimden yeni bir konuşma konusu başlattım.

"Bir şeyler yemek ister misin? Aç olmalısın." Sol elini kaldırarak ensesini kaşıdı ve kafasını iki yana salladı.

"Hayır, pek aç olduğum söylenemez. Ho Seok uğradı mı?" Yüzü şekilden şekle giriyordu, mimikleri sürekli değişiyordu ve beni geçiştirerek cevap veriyordu.

"Hayır, sabahtan beri eve hiç kimse uğramadı." Dili, dudaklarının etrafında bir tur daha gezindi ve iki dudağının arasında kaldı.

"Tamam öyleyse." Sağ eli çenesinin altına inerken ne yapacağını bilemez bir halde orada durdu bir süre.

"Jung Kook, bir sorun olmadığına emin misin?" Kaşlarımı kaldırarak ona bakmaya devam ettiğimde bedenimi ona doğru çevirdim.

"Evet eminim. Şey, daha yeni kalktım sersemliğimi buna ver." Ellerini önüne indirerek gülümsedi. Fakat bu gülümsemesi bana güzel şeyler çağrıştırmıyordu. Bir şekilde hoşuma gitmemişti ve rahatsız ediciydi.

"Sen artık beni boşver ve buraya gel. Sana sarılmak istiyorum." Beni omuzlarımdan kavrayarak kendine doğru çektiğinde çarpan bedenlerimize karşılık kıkırdadım. Sırtını yatağın başlığından aşağı kaydırdı ve ikimizi de uzanır pozisyona getirdi.

"Bütün gün böyle uzanalım, Soo Jung. Kapı çalsın, rüzgar çıksın, yağmur yağsın, kış gelsin ama biz böylece uzanalım, gece sabaha kavuşana kadar uzanalım." Kolları belimi sarmalayıp kafası göğsüme konduğunda nefesim kesildi.

Bir türlü alışamamıştım ikimizin bu yakınlığına. Daha yeni yeni artıyordu ona olan muhtaçlığım, daha yeni yeni zorlanıyordu göğüs kafesimin sınırları. Kalbim, varlığına çoktan alışmış, sevgisine kucak açarak ısınıyordu. Bu yaz günü, sıcaklığına muhtaçmışım gibi hissediyordum. Bir zorunluluk gibiydi artık benim için, Jung Kook. Yaşamam için avuçlarımda tutmam gereken en büyük nefes gibi...

azalea ¦ jeon jungkookWhere stories live. Discover now