XV/son gidiş

6.7K 594 343
                                    

"Dedim ya... Eylül'dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimin."

1 Eylül 2017
Seul

Kelimelere sığınırdı insanoğlu. Yaşadığı acıda,mutlulukta, özlemde, gözyaşında, gülümsemesinde, gecesinde ve gündüzünde kelimelere sığınırdı. Göğüs kafesine bile dinletemediği sözünü, kalbine dinletmek için konuşurdu. Bir başkasının kalbine dokunabilmek uğruna aralardı dudaklarını. Bazen sadece kendini inandırabilmek için, bazen kendine söz geçiremediğinden kendine kızdığı için, bazense sadece aklından geçenleri söyleyerek hata ettiği için.

Kal, derdi insanoğlu.
Sev, derdi.
Sarıl, gülümseme, ağla, tutun bana, derdi.
Git, derdi insanoğlu.

Kendisi kalmayı seçtiği için, kendini değil karşısındakini suçlamak için git derdi. Kaldıramayacağı yükleri sırtlamayı bırakmak için, soluyamayacağından fazla acıyı her gün ciğerlerine çekmekten yorulduğu için, gözyaşlarının sızısını yanaklarında kurutabilmek için git, derdi. Dudaklarının arasından çıkaramadığı her bir cümleyi tek kelimesini sığdırırdı insanoğlu.

Sevmekten vazgeçemediği için, git derdi.

Ve ben ona, git demiştim.

Bir sene sonra buluştuğumuz otelin bahçesinde, birbirimizin gözlerine baktığımız esnada tek hecelik bir vedayla bırakmıştım onu. Beni bırakması için zorunda bırakmıştım. Ellerimi çekmiştim üzerinden. Gitmesi için muhtaç etmiştim onu. Beni bırakması gerektiğini sunmuştum gözlerinin önüne. Ve o da gitmişti.

Yaklaşık iki aydır burada değildi, Jung Kook. Seul'den gideli günleri saymayı bırakmış, ayın kaçı olduğunu unutmuş, bir sonraki güne nasıl çıktığımı şaşırmış bir şekilde yaşamaya devam ediyordum. Onu kendi ellerime itelemiş olmama rağmen suçlu hissetmiyordum, hissedemiyordum. Hissettiğim tek şey, özlemdi. Damarlarımda kol gezen özlemin bir pıhtı gibi yavaş yavaş kalbime gidiyor oluşuna izin vermemdi.

Parmak uçlarım hep soğuktu Jung Kook gittiğinden beri. Tutunduğum her şey arkasını dönüp gidiyordu sanki. Ben, her gün elimi hiçlik adını almış koca bir okyanusu içine sığdıran çuvala elimi atıyor ve her defasında da ellerimin arasındaki boşlukla ayrılıyordum o çuvalın yanından. O çuval karanlıktı, etrafım ise aydınlık, o çuval okyanustu, etrafım ise çöl, o çuval Jung Kook'un ardında bıraktıklarıydı ve benim etrafım uçurum...

Bu kadar kolay gitmiş oluşuna alışmak her geçen sabaha uyandığımda daha zor oluyordu. Sanki benimle her zaman yaptığı gibi dalga geçtiğini hissediyor, her sabah kapıma bir buket çiçekle dikileceğini düşünüyordum. Gidişini izlememe rağmen benden uzaklaşan adımlarını artık izleyemiyor oluşumu kabullenemiyordum. O gün düğünden sonra onu bir daha görmemiş olmam ruhumun pamuk ipliğine bağlı direğini sarsıyordu. Sarsılıyor, sarsılıyor ve her defasında daha da zorlaşıyordu ayakta kalmam. Gözyaşlarım savruluyor, savruluyor ve gün batımının ardından yaklaşan gecelerimin gökyüzüne düşen yıldırımlarını ıslatıyordu. Her yer sırılsıklamdı, herkes sırılsıklamdı ve ben susuzluktan bitap düşmeye yakınken. Herkes etrafımı sarmıştı, herkes ellerini boğazıma doluyordu ben düşmeye hazırlanırken. Düşüyordum da en nihayetinde. Fakat bu hiçbir zaman acıtmamıştı. Asıl acıtan, son sürat yerin yedi kat altına çarpan kaburgalarımın acımıyor oluşuna alışan ağrılarımdı. Ağrılarımın şiddeti, gittikçe duyularımı uyuşturan dokunuşlarıydı.

Sanırım her nefes aldıkça ölüme sürüklenmek buydu. Her gün, bir gün öleceğini bile bile yaşamak, öleceğin o güne yaklaşırken bunun bir an önce olmasını ummak bu demekti. Ve bu sadece ben ona 'git' dediğim içindi. Gitme demekten korktuğum içindi.

azalea ¦ jeon jungkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin