XII/pislik+aptal

5K 509 197
                                    

"Yüreğinin kokusunu taşır,
Boynundaki kutup çiçeği.
Öfkeli değil lacivert,
Yırtıcı değil sıcak."

30 Mayıs 2016
Seul

Kapıdan içeri girdiğim an Ho Seok'un asık suratı karşıladı beni. Üzerimdeki ıslak ince hırkayı çıkardım ve sağımda kalan vestiyere astım.

"Hastaneye yatmayı kabul etmiyor, Soo Jung. Ne dediysem onu ikna edemedim." Kapıyı, yağan mayıs yağmuruna karşı kapatan Ho Seok oldukça ciddi bir şekilde dikiliyordu şimdi karşımda.

"Ne demek kabul etmiyor? Tedavi olmayacak mı yani?" Kafasını iki yana sallarken ellerini kaldırdı.

"Hayır, hayır öyle değil. Evde tedavi olmak istiyor. Rehabilitasyona gitmeyi kabul etmiyor." Derin bir iç çekerek ellerimi belime yerleştirerek salona doğru yürüdüm. Bu, Jung Kook'un evine gelişimin ikinci seferiydi. Tüm odaların nerede olduğunu biliyordum, bu yüzden de bu kadar rahat hareket ediyordum.

"Hastaneyi eve taşımak gibi bir şey yani?" Dedim kafamdaki soru işaretlerini bir araya toplarken.

"Sanırım öyle. Ben de tam olarak bilmiyorum." Bu konuyu derinlemesine konuşmamız gerekiyordu. Ve konuşacağımız esnada kesinlikle Jung Kook'ta olmalıydı.

"Odasında mı?" Diye mırıldandım tahminimin doğru çıkmasını umarak.

"Evet, odasında. Seni çağırana kadar dokuz doğurdum resmen. Her dakika dudaklarından adın dökülüyor." Bu, tenimi ürpertmişti. Yutkunarak onu onayladım ve başka bir şey diyemeden onun odasına doğru yürümeye başladım. Fakat acelem yoktu, mümkünse onun odasına giden yolu bir iki saatte tamamlamayı düşünüyordum. Çünkü korkuyordum artık. Jung Kook'un günler öncesi dudaklarından dökülen kelimelerden sonra hala kendime gelebilmiş değildim. Onun bana karşı olan hislerinin farkındaydım. Dile dökerken çekinmeden gözlerime bakıyor oluşuna çoktan alışkındım. Çünkü tanıştığımız ilk günden beri bana olan tutumunu, ilgisini, alakasını göremeyecek kadar kör değildim. Beni korkutan ise bu değildi, ona olan hislerimin bilincine yavaş yavaş varıyor olmamdı.

Adımlarım sonunda tükendiğinde derin bir nefes aldım ve kapılı kapısını izledim birkaç saniye. Daha sonra kapısını çalmayı gereksiz bularak, çünkü genelde uyuyordu ya da halsizce yatağında yatıyordu, kapıyı araladım. Kalbim, atar damarıma yaslanmış, ritmi benimle alay ediyordu. Odanın biraz havasız oluşu nedeniyle girmekte tereddüt ettim önce. Onun buram buram burnuma dayanan kokusunu karşılamaya hazır değildim henüz. Dudaklarımı birbirine bastırarak içeriye doğru bir adım attım. Ayakkabım, çıplak parkede cılız bir ses bıraktı.

Kafası hareketsizce yastığın üzerinde duruyordu. Sırtı bana dönüktü. Dizleri bükülmüş, göğsüne doğru sokulmuştu. Koca yatakta küçücük kalmıştı, Jung Kook. Bunun sadece bir mecaz olmasını deliler gibi istiyordum. Fakat gerçekten küçücüktü. Günler içinde hiçbir şey yiyemediği için kilo vermiş, gözlerinin altı çektiği acı yüzünden morarmıştı. Halsizdi, Jung kook. Haftalar öncesi karşılaştığım o güçlü adam değildi.

Kapıyı arkamdan kapatarak sessiz adımlarla yatağın etrafını dolaştım. Yastığa gömdüğü yüzünün yarısı görünmüyordu. Diğer yarısından anladığım kadarıyla uyuyordu. Hafif aralanmış dudakları, gevşekçe kapanmış göz kapağı ve düzenli bir şekilde inip kalkan göğsüyle mışıl mışıl uyuyordu. Aklıma, onu bu yatağa yatırdığım ilk gün geldiğinde burukça gülümsememe engel olamadım. O zaman uykuya dalmadan önce mırıldandıklarını hatırlamıyordu muhtemelen. Fakat ben, o cümleleri unutamadığım için böyle bitap geziyordum. Beni bu hale getireceğini bilsem bir adım yaklaşmazdım ona. Ateşti çünkü Jung Kook, alev alevdi kollarının arası. Ben ise çoktan sokulmaya başlamıştım ona. Gözlerine baktığım an yanmak kaçınılmazdı. Derin bir nefes daha aldım. Spor ayakkabılarımı ayaklarımı birbirine sürterek çıkardığımda yatağın boş tarafına oturdum. Daha sonra ayaklarımı çıkardım beyaz çarşafın üzerine. Tamamen ona dönerek sağ kolumu başımın altına alarak uzandım. Tüm manzaralarım ona çıkıyordu şimdi.

azalea ¦ jeon jungkookWhere stories live. Discover now