Çınar Ağacı

124 43 209
                                    

Merhaba Şaire,

Şu anda bir parkın bankında oturuyorum. Elimde iki dost; bir, kalem bir kâğıt... Bana dost, birbirlerine sevdalı, tıpkı bizim gibi. Biz; okuyuculara dost, birbirimize sevdalıyız. Onlar tenlerinin birbirlerine değmesiyle kavuşur, biz ise mektuplarımızı birbirimize iletmekle. İkimizde dünyanın ayrı ucundayız; ama hala döndürmekteyiz bu dünyayı. Hala birbirimize kavuşacağımız hayaliyle döndürmekteyiz bu dünyayı. Yoksa durdururdum çoktan. Sensiz bir yarını beklemem.

Bak, gördün mü? Sensizlikle geçen düşüncelerimde ortalık yerde yazmaya başladım. Önceden bir fincan kahve bir de yanında biraz lokum olmadan yazmazdım, fındıklısından tabii ki. Şimdi ise sonbaharın bu çetin sonunda, kışın başlangıcında bir parkın bir bankında oturmuş yazıyorum. Ahhh, o koltuğumu özledim, burası da pek rahatsız edici hani. Yağmur da yağacak mı ne? Tamam tamam, kapıyorum çenemi. Sıradan herkesin şikâyet edip kafa ütülediği şeylerden değil de, aşktan, senden, kısaca kimsenin görmediği şeylerden bahsedeyim. Mesela şu anda kafamı kâğıttan kalemden çekmişim, karşımda duran çınar ağacını seyre dalmaya başladım.

O çınar ağacına bakmakla kalmadım. Gördüm! Her ayrıntısını en ince yanlarına kadar gördüm. Başkası ona sıradan bir ağaç diyebilir ama ben onda sıradanlıktan da fazlasını gördüm. Değişik gelecek ama kendimden parçalar gördüm onda. Bir şey söyleyeyim mi; bu yaşı çınar ağacı da âşık olmuş zamanında.

Bakıldığında hemen anlaşılıyor; yaşı büyük. Boyu epey uzun, dalları epey geniş, yaprakları da bayağı büyük, kalın kökleri, heybetli bir gövdesi var. Yani güçlü. Güçlü... Çaresizde. Beli bükük. Boyu uzun dedim ya, göğe uzanacak kadar değil. Aşk denilen yara diz çöktürmüş ona. Neredeyse yerde sürüklenmekte, ayrılık denilen rüzgâr göçürdü göçürecek. Sevda şerbetini köklerinden karşılamakta, ancak böyle yaşamakta, yaşayabilmekte... Ayrılık denilen bu illete ancak böyle dayanabilmekte...

Oysa bir fidan olduğu günlerde ne hayalleri vardı. Büyüyecekti özgürce. Boyu güneşe değecek kadar büyüyecekti, bulutlardan selam iletecekti ona. İnsanlara dev bir gölge olacaktı. Sevgililer altında piknik yapacaktı, çocuklar altında saklambaç oynayacak, salıncak yapıp birbirlerini sallayacaklardı. Âşıklar başında birbirlerine şiirler okuyacaktı. O da onları büyük bir zevkle dinleyecekti. Şiir okumayı pek de severmiş. Ama nedense olmadı işte.

İlkbaharda güpgür yemyeşil saçları vardı. Yemyeşil gür saçları yaz sonunda sararmaya başladı. Sarardıkça yumuşaklığını kaybetti, güzelliği de pek kalmadı. Kabukları soyuldu çetin kış gelmeden. Bazı aptallar "Sevdik be abi," dediklerini gönüllerine yazacaklarına onun gövdesine kazıdılar. Ağacın hayali âşıkların gülücüklerini dinlemekken, hıçkırıklarına, bir de köklerine değen gözyaşlarına maruz kaldı. Biliyor musun? O gözyaşlarını bir kere olsun, en kurak zamanda bile içine sindirmedi. Bir kalbi kırığın bir tek gözyaşını hayata olan susuzluğunu gidermek için heba etmek istemedi. Ağır gelirdi ona.

Onca ayrılıklar gördü yanı başında. Oysaki önceden sevdalılar altında sevgilerini dile getiriyordu. Hatta birileri önceden onun hayal dediğini gerçek kılmıştı. Şiir okuyan vardı altında; oğlan kıza, kız oğlana. Ne kadar da güzeldi söyledikleri, birbirlerine baktıkları an gözleri ışıldıyordu. Onlar ki diğerlerinden farklıydı, adlarını önce alınlarına yazmış; "Sen kaderimdesin," diye, sonra gönüllerine diye kazımışlardı adını "Kalbimin tek sahibisin," diye. Artık mühürlüydü kalpleri. Sahiplenilmişti. Öyle herkes gibi defalarca kez kullanımlık değildi, bir kez sevdiğine içini açmalıktı.

Ne şiirler dile geldi o gölgelikte, salıncaklar bile yapıldı altında. Oğlan, kızı kolu kopsa da sallamaya devam etti. Çok seviyordu kız sallanmayı. Sohbetleri ise çok hoştu bir kahve tadında. Şakalaşmaları şeker, ufacık kavgaları ise tuz gibiydi. Ama ikisi de hiç bırakmıyordu kahve içmeyi. Hepsi iyi hoştu da şiirle birbirlerine geldikleri köprü yıkılınca, araları açıldı. Sevda okyanusu nehri doldu taşırdı. Artık kavuşmak zor geldi. Kız terk etmek istedi ve gitti.

Giderken ardında bir not; "Şiirlerle gelmiştim yanına, seni sevince çok hor kullanmışım mürekkebimi. Artık bir yazacak bir kelimem bile yok. İçimdekileri akıtmadıkça sana, mürekkebim olmayıp kalemim kâğıdına kavuşmadıkça; bu iki sevdalıyı kavuşturamadıkça bize de gerek yok. Gidişim ikimiz niyetine. Ne söylesem boş; giden hep suçlu görülür sonunda!" Sonunda da bir isim; "Şaire"

Bu yaşlı çınar bunu da gördü be Şaire'm. Şair'in terk edilişini gördü. Bu notu o ağacın dalına bırakıp gitmiştin. Son bir kere yüzünü göstermeyi uygun görmedin. Ne için ki; gözyaşı mı dökmekten korktun? Utandın mı yoksa? Ben senin için avuçlarımı gözyaşıyla doldururken, sen iki damla gözyaşını göstermeye kıyamadın mı? Şair ardından onlarca şiir yazarken, sen sadece öyle gittin mi? Bari gittiğin yerde mürekkep bulabildin mi? Bari o kalem ile kâğıt birbirine kavuşabildi mi?

"Elveda," yazmıyorum ya da "Hoşça kal."

"Allah'a emanet ol," diyorum sadece, bıraktığım gibi göreyim seni diye.

☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆
Selamun Aleyküm kardeşimlerim

Vote ve yorumu unutmazsanız çok sevinirim.
Arkadaşlarınızı da etiketleyebilirsiniz 😊😊😊😊😊

Helalim #Wattys2021Where stories live. Discover now