Sağ Ol Öğrettiklerin İçin

45 19 44
                                    

"Lanet olsun!" diyerek sokaklarda dolaşırken bir çocuk, sahil kıyısına gelip bir banka oturdu. "Lanet olsun bu dünyaya," demeyi sürdürdü tekrardan. Sahilde sağındaki diğer bir bankta oturan onun yaşıtlarındaki bir çocuk ise martılara simit atıyordu. Soğuk havadan dolayı ayağı bir bez ile örtülüydü. Yavaşça sola dönüp bağıran çocuğa baktı.

"Ne oldu kardeşim?" dedi kısık sakinleştirici bir sesle.

"Sana ne?" dedi diğer çocuk. "İnsanlar neden bu kadar meraklılar, tanımadıkları kişilerin hayatlarını bile merak eder olmuşlar."

"Mehmet," dedi martılara simit atan çocuk.

"Ne?"

"Benim adım Mehmet. Senin ki?"

"Ali," dedi diğer çocuk.

"Öfkelenmene değmez Ali," dedi Mehmet. "Bu dünyayı kızdırmaya değmez. Biz zaten misafiriz burada. Şu banka bak, buna birkaç dakikadır oturuyorum, şimdi ona zarar versem ben gittikten sonra ne işe yarayacak. Sinirimi mi alacak, öfkem mi boşalacak? Kendimi bir nefeslik süre boyunca tatmin ettim diye diğer nefeslerimi rahat mı vereceğim?"

"Ne çektiğimi bilmiyorsun Mehmet." dedi.

"Anlat öyleyse Ali. Derdin neymiş öğreneyim."

"Dert mi?" diye bakıp gülümsedi Ali.

"Benim derdim bu iğrenç dünyada bir dert batağına batmış olmam. Doğduğum anda ağzımı açmamla o bataklıktaki çamur doldu ağzıma, boğazımı öyle bir yaktı ki ilk aldığım nefeste ağlamaya başladım.
Çocuk oldum, yine acı çektim... Herkes çikolata, şeker yer; ben bakardım. Herkes top oynardı ben bakardım. Benciller hiçbir zaman çağırmadılar."

"Top oynamak mı?" diye girdi araya Mehmet. "Çok severim," diye bir tebessüm yerleşti yüzüne. "Keşke bir kez bende oynayabilseydim."

"Keşke mi? Ne? Oynamasını mı bilmiyorsun?"

"Bilmiyorum." dedi Mehmet yüzünü büzerek.

"Öğretirler," dedi Ali.

"Öğretecek yok, arkadaşım yok."

"O zaman başka," dedi Ali, "o zaman hiçbir futbol maçına giremezsin. Onlar o kadar bencillerdir ki aralarından olmayanı topa dokundurmazlar bile. Bu dünyadan insan bencilleşmeyi öğrenmiş. Herkes eline ne geçirebilirse kapma peşinde, herkes koşuşturuyor bu hayatta."

"Oysa bazıları yürüme hayaliyle kavrulurken," diye tekrar araya girdi Mehmet. "Bazıları bu hayat denilen yolda öyle bir takılıyor ki yere düştüğünde kalkmaya mecali bile olmuyor."

"Ne oldu, sende çevremdekiler gibi edebiyat mı yapacaksın? Herkes söyledikleriyle başımı ütülerken, sende çift çizgi mi çekeceksin?"

"Sen de böyle hep akıl verenlere, destek çıkmak isteyenlere sert soğuk bir duvar gibi mi karşılık vereceksin? Sana birisi yardım için gelirken sana çıkan yola mı örüleceksin?"

"Sen de hep oturduğun yerden konuşacak mısın?"

"Evet, elimden tek gelen konuşmak ve evet, oturduğum yerden konuşacağım."

"Elindeki simit ile karnın tok iken konuşmak çok kolay. Bak bi' bana acıma, çektiğim sıkıntılara bak. Üstümdeki giysilerden anlamış olsan gerek; her yerim yırtık pırtık, karnım aç günlerdir. Şimdi dersin şimdi "Eve git, doyur karnını.". Evim yok... "Babana git, para versin," dersin ya da; babam yok... "Annenin yanına git, yemek yapmıştır şimdi," dersin ya da; annem de yok. Hani demiştim ya bataklığa batmıştım diye, ben o bataklıkta çırpınırken elimi tutacak birisi de yoktu. Doğduğum anda yalnızdım anlayacağın.
Senin evin var mı, rahatça uyuyabildiğin."

"Var," dedi Mehmet.

"Baban var mı? Her seferinde cebini parayla dolduran..."

"Var."

"Annen var mı sana sımsıkı sarılan? Geceleri masal okuyan..."

"Var," dedi Mehmet bakışlarını eğerek.

"O zaman bana derdim var, deme. Şimdi doğar doğmaz bırakıldığım çöplükte yaşamaktayım. Senin bu martılara fırlattığın simidi ben düşümde bile görememişim."

Bu sözlerden sonra Mehmet elindeki simidi atmayı bıraktı. Ali'ye bakıp simidi kâğıda sarıp bankının yanına koydu. "Gel," dedi. "Açtır karnın, ye hadi."

Ali gördüğü karşısında sevinmesini kesip alaycı bir iç çekti. Mehmet'e baktı. "Giysilerin iyi, kolunda pahalı bir saat, kravatını da annen takmış olsa gerek. Tam bu çocuk diğerlerinden farklı, bir züppe değil diyecektim ki, simidi bir hayvana verirmişçesine ayağına çağırıyorsun beni. Yemem senin simidini!"

"Öyle algılamana üzüldüm. Galiba kendimi yanlış gösterdim, affedersin," dedi Mehmet. Bu arada da bir kadın Mehmet'in yanına geldi. "Anne simidi arkadaşa uzatır mısın?" dedi Mehmet. Annesi dediğini yaparken Ali pisçe Mehmet'e baktı. "Bir de annesine hizmetçi gibi iş yaptırıyor, tam bir züppesin sen!" dedi içinden.

Mehmet'in annesinin elinden simidi alıp yere attı sinirinden. Annesi Mehmet'in yanına varırken Ali onları izliyordu. Babası ise uzaktan gelirken bir tekerlekli sandalyeyi Mehmet'in yanına çekti.

"Nerden çıktı bu?" dedi Ali.
Annesi Mehmet'in üzerine örtülü örtüyü kaldırdığında Mehmet'in iki bacağının da dizinin aşağısından kesilmiş olduğunu görünce bir anda sustu. "Demek üşüdüğünden değilmiş," diye düşündü. Bir şeyler diyecek oldu ama başaramadı. Mehmet babası tarafından sandalyeye bindirilirken yine de Ali'ye tebessümle bakmayı başarıyordu. Mehmet gitmeye hazırlanırken Ali'ye son bir kez baktı.

"Sakın kardeşim dertlerini kimseden büyük görme. Sakın başkalarının dertlerini de küçümseme. Ve çevrendekileri de dertsiz sanma." dedi ve uzaklaşmaya başladı.
Ali ise arkadan onları izlerken aklına simit geldi. Hemen yerden alıp üzerindeki tozu silip yemeye başladı.

"Saymayı unuttuğun bir şey daha öğrendim kardeşim," dedi Ali, banka otururken. "Kimseyi göründüğü gibi yargılamamayı." dedi. "Sağ ol öğrettiklerin için."

☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆
Selamun Aleyküm kardeşimlerim

Vote ve yorumu unutmazsanız çok sevinirim.
Arkadaşlarınızı da etiketleyebilirsiniz 😊😊😊😊😊

Helalim #Wattys2021Where stories live. Discover now