o n ü ç

1.2K 84 15
                                    

Bir koyun atladı, iki koyun atladı, üçüncü çite takılıp düştü, dört koyun atladı, beş koyun atladı, altı koyun atladı, yedi koyun atladı, sekizinci koyun bayıldı, dokuzuncu koyun sekizinciye takılarak düştü...

Uyanmıştım ve tekrar uyuyamıyordum. Açık olan camdan havanın karardığını görebiliyordum. Açlıktan midemin acıdığını ve boğazımın kuruduğunu hissederek ayağa kalktığımda üzerimdeki rahat pijamalar yüzünden şaşırmıştım. Pijamalarımı değiştirecek kadar umursamalarının sebebi büyük ihtimalle o şık ve pahalı elbiseye zarar gelmemesi yüzündendi.

Komodinin yanındaki ışığa uzanıp açtığımda, önceki evimdeki odamda olduğumu görmem, gerçek bir şaşkınlık yaratmıştı üzerimde, koca bir şaşkınlık... Peluş oyuncaklarım bile olması gerektiği yerdeyken, bunu kimin düşündüğü ve herkesin nasıl kabul ettiği merak sebebi olmuştu.

Daha sonra ise aklıma gelen şeyle gözlerimi devirdim. Eninde sonunda buraya geleceğimi ve bu zorla olacağı için çıldıracağımı biliyorlardı. Kriz seviyemi düşürmek istediklerinden güzel bir strateji uygulamışlardı. Beni, kaybetmek istemedikleri bir proje olarak görüyorlardı, çünkü ben artı bir para kaynağıydım.

Evet, şimdiye kadar ne olmuştum? Kukla, biblo, proje, para kaynağı... Eklenirdi ama çıkarılmazdı.

Pencerenin önüne geçtiğimde, dışarıda bir başına oturan Miya’yı görüp, kimseye çaktırmamak için yavaşça fısıldadım ona doğru.

“Miya... Hey!” fısıltılarımın işe yaramadığını anladığımda odaya dönerek elime geçen ilk şeyi, tavşanlı bir terliği alarak pencereye geri döndüm ve tam olarak kafasına hedef olarak attım.

Kafasındaki ani etkiyle bağıran kardeşim gözlerimi devirmeme sebep olurken, belki de bağırmalıymışım diye düşündüm. Çünkü o salağın hayıflanmasından daha az ses çıkaracağımdan emindim. Gözlerini sağa sola çevirdikten sonra en sonunda benimle buluşturduğunda kaşlarını çattı ve el kol hareketleriyle, “Ne var?!” yaptı.

“Bana yemek getirmen gerekiyor!” dediğimde gözlerini devirdikten sonra ayağa kalktı ve mutfağa yöneldi. Onu tekrar durdurarak, “Mutfaktan getirme!” dedim. “Kendi odandaki buzdolabı hâlâ duruyorsa birkaç atıştırmalık getir sadece.”

Evde yemekleri, ne kadar meşgul olursa olsun annem yapardı. Çok güzel yemekleri olmasına rağmen, artık onun yemeklerini yemek istediğimi sanmıyordum. Ona karşı kırgındım. Babama hissettiğim nefreti hissetmesem de içimde yeşeren bir dolu kin, sulu boya gibi, onun her hareketinde etrafa sıçrıyor ve dağılıyordu.

Hava soğuduğundan pencereyi kapattım ve yatağa geri oturdum. Yatağın baş ucundaki lamba açıktı yalnızca. Ailemle olan evdeyken oda ışıklarını açmaktan nefret ediyordum. Bu evde karanlık beni daha rahat hissettiriyordu. Daha yalnız hissettiriyordu.

Kapım çalınmadan açıldığında elindeki poşetle içeriye giren Miya ardında kapıyı kapattı ve poşeti bana fırlatarak kendisini odamdaki kitaplığın önündeki koltuğa attı.

Odamın sol tarafı komple kitaplıktan oluşuyordu ve ortasında bir bölme açıktı, orada ise şuan onun olduğu ve benim bütün zamanımı üzerinde geçirdiğim koltuk bulunuyordu.

“Teşekkürler, gidebilirsin.” Desem de beni duymamış gibi davranarak gözlerini odamda gezdiriyordu. Hayatımda tanıdığım en arsız insandı ve öyle bir yapısı vardı ki, hiçbir şeye kırılmazdı. Mizu’dan gördüklerini öyle benimsemişti ki, onun gibi kırılmak istememişti hiçbir zaman.

Güçlü olduğunu herkesin yüzüne vurmaktan daha iyi yaptığı bir şey yoktu. Ama en çok da buna özenirdim ben. Sahip olduğu bu güce... Onu hiç kimse kıramamıştı ve hiçbir zaman, gözünden bir damla yaş düşmemişti.

“Bambam hâlâ burada, merak ettiysen diye söylüyorum, gururlu rapunzel. Misafir odalarından birinde kalıyor. Hmm kaçıncıydı ya, 36. Da falan olması lazımdı, uzay mekiğine en yakın olan.”

Gözlerimi devirdim, “Hayır, o önceki evdeydi, dün gezerken gördüm 36. Oda Rusya’ya geçidi olan en yakın oda.”

Kısa bir sessizlikten sonra ikimiz de gülmeye başladığımızda sinirlerim bozulmuştu. Bu ev ve içindekiler beni hasta edecekti ama kafadan.

“Ailesiyle bizimkiler sonunda ortak olmuşlar biliyor musun?” önümdeki paketten en sevdiğim çikolata çıkınca açıp iki lokmada mideme indirmiştim. Buraya geldiğimden beri hiçbir şey yememiştim ve uzun bir süredir de uyuyordum zaten.

“Ne güzel,” dedim umursamaz görünerek ama umrumdaydı. Daha yeni aramızı açmıştım ve yakınımda olmasına daha fazla dayanamazdım. Alice’e neler olduğunu anlattığına da emindim çünkü o günden sonra bir kez bile evime gelmemişti. Hayal kırıklığına uğradığından emindim ama duygularımız karşılıklıydı. Yalnızca emin olduğum şey, kimsenin kimseyi suçlayamayacak olduğuydu.

“Buna sevinmen lâzım, istemesenizde her seferinde birlikte olacaksınız işte.” Uzanarak kitaplarımdan birini aldı ve kurcalamaya başladı.

“Onun sevgilisi var, Miya...” Diye mırıldandım. Yediğim şeylerin çöplerini poşete koyduğumda birden iştahım kaçmıştı.

“Şu sürekli instagramında fotoğrafı olan kızdan mı bahsediyorsun? Güzelmiş aslında..”

Güzel olduğunu ben de biliyordum, hatırlatmasına gerek yoktu.

Sinirlerim temelli bozulurken, kaşlarını çatmış bir şekilde elindeki kitabın sayfalarını çeviriyordu.

“Ne yapıyorsun sen?” diye sorduğumda ise birden kitabın kapağını kapatıp, “Hiç,” dedi. “Hoşuma gitti, alıyorum ben bunu. Sonra getiririm.” Ayağa kalkıp kapıya yöneldiğinde ismiyle seslendim ve bana dönmesini sağladım.

“Annenle baban kızdı mı?”

“Onlar senin de anne baban, aptal. Ve kızdılar ama sana değil, astım ilacını unutan korumalara..” ardından odamdan çıktığında, loş sarı ışık ve beni baş başa bırakmıştı. Şuan ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum ama üzgün olduğum kesindi.

Alice bunu öğrendiğinde ne düşünecekti? Benim bir işim olduğunu mu? Acaba bana kızar mıydı? Kaşlarım çatılırken yatağıma geri uzandım ve kapı bir kez daha çalana kadar gözlerimi tavandan ayırmadım.

“Gelebilirsin,”

Uzandığım yerden doğrulduğumda, kapının önünde dikilen kişiyle nefesim kesilirken, korumalar yerine kendime kızdım, astım ilacımı unuttuğum için.

“Müsait misin?”

love story | bambamWhere stories live. Discover now