o t u z d o k u z

737 49 3
                                    

Soğuk kış gününde, üzerimdeki siyah kıyafetlerle evden çıkarılmış, bindirildiğim arabada mezarlığa götürülüyordum. Mizu ve eşi de gelmişti. Alice bizimle aynı arabadaydı. Bambam ise ilk uçakla Japonya'ya acil geçiş yapmıştı.

Uyumamıştım dünden beri. Miya kendini tutamadığı için ağlama krizine girmişti, bu yüzden ona sakinleştirici vermek zorunda kalmışlardı. Annem bizim yanımızda olmak için hiçbir tepki veremiyor gibiydi. Bazen gözünden birkaç damla yaş düşüyordu ama onları da biz görmeyelim diye saniyesinde siliyor, kendini sıkıyordu.

Bu koca araba bana cehennemdeymişim gibi hissettiriyordu. Her şey bitmiş gibiydi. Babam gitmişti.

Sıktığım dişlerim acımaya başladığında arabadan indik ve korumaların yağmurdan korunmamız için bize tuttuğu şemsiyeler eşliğinde mezarlığa doğru yürümeye başladık. Şimdiye kadar görevi sırasında ölen bütün başkanlar için bulunan mezar, müze niteliği taşıdığından, bizimkilerin dışında yüzlerde koruma daha vardı burada.

Ve insan.

Etraftaki ölüm sessizliği yağmurun çıkardığı o sesle bozulurken, yürümeyi kesmek istedim çünkü zihnimde, bacaklarımı yürütecek o güç kalmamıştı. Ellerim uyuşuyordu ve yürüyemiyordum. Alice zaten bir kolumdayken, diğer koluma birinin daha girdiğini hissettim. Kafamı o tarafa çevirmedim çünkü kokusu kendisinden önce gelmiş gibiydi. Yağmurla birleşmiş, zorlukla durdurabildiğim gözyaşlarımı harekete geçirmişti.

 "Ben yanındayım. Her zaman olacağım." Komut vermeyi bırakarak uyuşan beynim eşliğinde dizlerim daha fazla güçlü kalamadı ve çamurla buluştu. Herkes bize dönüp yanımıza hızlı adımlarla gelirken, en öndeki Mizu'yu eliyle durdurdu Bambam. "O gelmesin, kaldıramayacak." Mizu kızarmış gözleriyle bana bakarken Bambam hızlıca bana dönerek, dönme hızının tam tersi şekilde hareket ederek, kırıldıktan sonra uhu ile yapıştırılmış bir porselen gibi kırılmamdan korkarcasına kucağına almıştı beni yavaşça.

 Kafamı omzuna yaslayıp gözlerimi kapattım. Sanki biri kalbimi kırmıştı ve ben kimseye anlatamadığım, kendimi uyuyunca geçeceğine dair avuttuğum zamanlara dönmüştüm.  Hala büyüyememiş olmak, bazen daha kolay geliyordu. Çünkü, belki de uyuyunca geçecekti? Hala inanması güzel bir yalandı. İnanmak isteyen biri için ise; mükemmel bir yalancıydım.

 Beni arabaya geri bindirdiğinde, yanıma oturmuştu. Alice ise bizimle gelmeyi tercih etmemişti sanırım çünkü şuan burada değildi.

 "Ağla hadi." Gözlerimin içine öylece bakıp, elini saçlarıma götürdüğünde, daha fazla kendimi tutmamın anlamsız olduğunu fark ettim ve dediğini yaptım. "Bana beni sevdiğini söyledi, biliyor musun?"

 "Beni seviyormuş, Bambam. Her zaman sevmiş..."

 Gözleri dolduğunda beni göğsüne yasladı ve saçlarımı okşamaya devam etti. "İlk ve son kez, böyle saçlarımı okşadı. Tıpkı senin gibi... Sen son olma, olur mu?" 

 Çünkü bu sefer, dayanamam...

 "Sana kızgın değildi, değil mi?" Diye sordu usulca. Dışarıda yağan yağmuru duymak için hafifçe pencereyi açtı. "Değildi. Ben üzülmeyeyim diye bana haber vermemiş ama sanki... Geleceğimi biliyor gibiydi, anlıyorsun değil mi? Sanki o kadar zamandır hastaydı ve bana veda ederek gitti. S--sanki Tanrı, "Seni almadan önce son bir görevin var," demişti ve bana veda etmesini istemişti. Anlıyorsun, değil mi?" Kafasını salladı ve ardından saçlarımı öptü. "Biraz uyumaya ne dersin?" 

 "Gözlerim kapandıkça onu görüyorum ama... Göz kapaklarıma yapışmış gibi... O bana etti ama ben ona veda edemedim. Etmem lazım. Oraya gitmem lazım..." Beni onayladığında, dizlerine yatmama izin verdi ve insanların dağılmasını beklemeye başladık. Dağılmadan gitmeyecektik.

 "Sen, demiştin ya hani... Küçükken, "babanı sana geri getireceğim," diye..." Hafifçe yutkundu ama sesi titriyordu. Onda ne kadar büyük bir acı bıraktığımı şuan daha iyi anlıyordum. 10 yıl geçmesine rağmen zihninde bir kara delik etkisi yaratmış gibiydi. "Bir anlaşma yapalım, tamam mı? Sen bir daha asla çikolata yeme. Her zaman yanımda kalacağına, beni asla bırakmayacağına söz ver..." 

 "Peki ya sen?" diye sordum. Gitmemle ilgili bir sıkıntısı olduğunu biliyordum. Ondan gitmemden, her şeyden daha çok korkuyormuş gibi duruyordu.

 "Ben de... Senin baban olacağım... Söz veriyorum. Unutma, babasız büyüyen birinden, kimse daha iyi bir baba olamaz..."

 İşte o an, soluk boruma tıkanan bütün hıçkırıklar, gözlerime kurduğum barajları aşan bütün göz yaşlarım serbest bıraktı kendini. Ben, bir damla göz yaşında değil, bir avuç kelimede astım ruhumu. Bir insanı anlamak, demek ki tam olarak böyle oluyordu. Lakin bu kadar acıtmamalıydı.

 Herkes cenaze alanından uzaklaşırken, sona kalan annemlerin de gitmesini izledim uzaktan. Cenaze işlerinin ardından işlerin karışacağını biliyordum ve tekrar bir seçim olana kadar babamın yerine Mizu'nun geçeceğinden emindim. Onun için üzülüyordum. Bir acıyla baş başayken, üstüne yüklenen ağırlıklarla düşebilirdi. Ona yardım etmek istiyordum...

 Belki de tek istediğim, yıllar sonra kolları altına girerek, güvenle acısını, acımı hafifletmekti.

 Bambam arabadan inmeme yavaşça yardım etti ve elimi tutarak bizi mezarlığın girişine götürdü. Güvenlikler tanıdıkları için geçmemize herhangi bir şey demediler ve patika şeklindeki yolu göstererek bize sessizce eşlik ettiler.

 Önünde durduğumuz yer ise, yalnızca bir çamur parçası şeklindeydi. Henüz yeni gömüldüğü ve yağmur yağdığı için diğer mezarlar gibi bir görkemi yoktu. Bir an buna sevindiğimi hissettim içten içe. Yeni gömülmüştü ve yalnızca bir katman aşağısındaydı toprağın. Üstünü açsam ulaşabilecek gibiydim ona. Elini tutabilecek, son kez yaptığım gibi omzuna uzanabilecektim. Duran göz yaşlarım yine canlanmıştı bu düşüncelerimden sonra. Ben hayatımda kimseyi böyle kaybetmemiştim, alışık değildim ve en yakınım gitmiş gibi hissediyordum. Yıllarca beni kendinden uzak tutsa ve benimle ilgilenmese de, ona karşı olan sevgim içimde, öylece duruyordu. Giderken, yarımı alıp beraberinde indirmişti bu toprağın altına.

 "Çikolataya alerjim olduğunu ilk öğrendiğinde, evde çikolataya dair tek bir iz bile bırakmadığını hala hatırlıyorum, biliyor musun? Mermere oturma, üşüteceksin demek yerine, misafirler geçer deyişine kadar, benimle ilgilenmiyor gibi gözüküp aslında beni her seferinde ne kadar umursadığını hala dün gibi hatırlıyorum... Seni suçlamıyorum, ben de iyi ve faydalı bir evlat olma konusunda elimden gelen her şeyi yapmış sayılmam ama... Senden asla nefret etmediğimi de çok iyi hatırlıyorum."

 Kasılan ve acıyan çenemle konuşmam zorlaştığında daha fazla konuşmadım çünkü zaten başında hıçkırıklarım buna izin vermiyordu.

 "Gi-gitmeden, beni beklediğin için, teşekkür ederim, baba. Seni her zaman seveceğim..."

 Her zaman ve sonsuza kadar...

 "Bütün dünyanın önünde şarkı söyledim ama sana karşı yapamamıştım bunu.. Şimdi, ilk defa sana karşı söyleyeceğim ama bu son olmayacak. Umarım seni hayal kırıklığına uğratmam."

 Yağmurun şiddetlenmesiyle derin bir nefes topladım ciğerlerime. Bu,şimdiye kadarki en zor sahnem olacağa benziyordu.

isn't it lovely, all alone?

hoş değil mi, yapayalnız?

heart made of glass, my mind of stone

camdan bir kalp, kalbim taştan

tear me to pieces, skin and bone

beni parçalara böl, deri ve kemik

hello, welcome home

merhaba, eve hoş geldin.

love story | bambamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin