VII/kiss on the cheek

10.5K 971 485
                                    

Kapıyı onun bedeninden bulabildiğim o zor fırsatla da olsa açıp çıkalı yaklaşık beş dakika oluyordu. Ve ben beş dakikadır kendimi bulduğum ilk balkona atmış, demir parmaklıklara ellerimi yaslamış derin soluklar alıyordum.

Yalandı, onun hakkında kendime ve başkalarına söylediğim her şey yalandı. 

Onu unuttum, onunla artık ilgilenmiyorum, onu sevmiyorum, artık bitti, kendimdeyim...

Yalan, yalan ve yalandı. Bu zamana kadar onunla içine sürüklendiğim bu ilişki dışında her şey yalandı. Bana attığı o umursamaz bakışlar, seninle ilgilenmiyorum tavırları, görmezden gelmeleri... Hissediyordum işte, pişman olacaktı. Pişman olacak ve peşimde pervane gibi dönecekti. Çünkü az önce gözlerinde görmüştüm, benim için bitmediği gibi onun içinde bitmemişti. Sebebi neydi, derdi neydi, açıklaması var mıydı? Bu soruların cevabını bizzat ondan alana kadar durmayacaktım.

Jimin çok kıskanç ve sinirlendiği zaman çok çekilmez biri olurdu. Peşimde kuyruk gibi gezer, dakikada bir beni sorguya çeker, o biçimli kaşlarını çata çata gözlerimin içine bakar ve ateşini bana püskürtürdü. Ve ben bunu kullanmayı çok severdim, çünkü ne zaman bana karşı böyle davransa daha korumacı, daha çekici ve daha sevilesi olurdu. Böyle zamanlarda onun beni sevdiğini daha iyi anlardım, onun kıskançlığı ve öfkesi açık konuşmak gerekirse beni tatmin ederdi. Ve şimdi yine aynısı oluyordu. Tuvaletin birinde beni sıkıştırmasıyla bu işin biteceğini hiç sanmıyordum. Şimdilik birbirimizin hayatında bir vasfımızın olmamasını göze alırsak bu yüzden biraz çekimser davranıyordu. Fakat bekliyordum, Jimin'in suyu ısınıyordu. Ben de bunu seve seve kullanacaktım, her zerresine kadar hemde.

Yine o da ona olan özlemim, onun bende hissettirdikleri ve gözlerimin içine her baktığında gardımı indirmeme sebep olacak o çekiciliği beni korkutuyordu. Kendime verdiğim sözü unutup her an boynuna atlayacak gibi oluyordum. Tanrım, kimse bilemezdi Park Jimin'in boynuna sarılıp onun kucağında kaybolmanın verdiği hissi. Ben biliyordum da ne fayda? Ona dokunamıyordum bile.

Birkaç derin nefes daha alıp beynimi temiz havayla doldurduktan sonra mantıklı düşünebilir hale gelmiştim. Eh, etkisi geçmiş sayılırdı. Yaslandığım parmaklıklardan çekildim ve bir an önce aşağıya inmek için hareketlerimi hızlandırdım. Daha gece bitmemişti.

Aşağıya ineli epey olmuştu. Öyle ki iki shot atmış, bir bardak bira içmiş, olduğum masanın etrafında sevdiğim birkaç şarkının ritmiyle birlikte sallanmış ve dans eden insanların arasında Jimin'i görmeyi beklemiştim. Şaşırtıcıydı, ortalarda yoktu. Kafamı boşalan bardağımdan kaldırdığım esnada tam karşıdan yalpalaya yalpalaya koşarak bana doğru gelen Taehyung'u gördüm.

"Jungkook! Vaaaaaay, sen buralarda takılır mıydın ya? Seni bahçede görmeyi umuyordum." Kayan kelimeleri, kıkırdaya kıkırdaya elini omzuma koyması ve göz kapaklarını gereğinden fazla kırpıştırmasından anlamıştım, sarhoş olmuştu. Üstelik ağzı leş gibi kokuyordu. Benimki de böyle kokuyor muydu? Tanrım, iğrenç...

"Sadede gel, Tae. Senin ağız kokunu daha fazla çekemeyeceğim." Kaşlarını çattı ve alınmış gibi yüzünü yüzümden uzaklaştırdı.

"Aşk olsun, ben senin kafandaki bitleri bile ayıklardım oysa." Gözlerimi devirerek yine tekrarladım.

"Sadede gel." 

"Of, tamam. Şey, birazdan bizim grup sahnede toplanacak konuşma yapmak için. Namjoon klasik olgun, lider ve duygusal sorumlulukları üstlenmiş olmalı ki hepimizi çağırdı. Komple bizim grubu, özellikle de seni yanında istiyormuş." Sarhoş birine göre nasıl bu kadar uzun cümle kurabildiğine şaşırmıştım. Onun içkiye alışkın olduğu gerçeğini unutmasaydım tabii.

apego ¦ jikookМесто, где живут истории. Откройте их для себя