XV/you're not invincible

8.7K 872 350
                                    

"Dün gece ne boklar yedin?" Aniden yanımda beliren Yoongi ile yerimde sıçradım.

"Hiç." Diye mırıldandım sessizce. Sırıtmakla sırıtmamak arasında kalmıştım.

"Demek hiç?" Hımladı ve diğerlerine arkasını dönüp bakarken iyice bana yaklaştı.

"Dün gece Jimin odaya girdiğinden beri bir an durmadı, en sonunda onu odadan atacaktım." Sabah saatlerinin temiz havasını ciğerlerime doldurduğumda gülümseyişimi engelleyebişmiştim.

Daha dursun, o. Dursun.

"Bir şey konuştunuz mu?" Dedim içimi kavuran merakla.

"Ne konuşacağım, döndüm kıçımı yattım." İşte bu sefer bir sebebim vardı. Seslice, umarsızca gülerken bakışların bana dönmesini umursamadım. Ah tanrım, uzun zamandır tasasızca mutluydum. Eğer ki hâlâ bana karşı hisleri varsa, ki Jimin tam anlamıyla bir dengesizdi bir anı bir anını tutmuyordu, bunu ona karşı kullanmaktan asla çekinmeyecektim.

Ne kadar umursamaz olursam, o kadar güçlüydüm. Park Jimin geç de olsa bana bunu öğretmişti.

Fakat önemli olan da buydu işte; umursamaz olmayı öğrenmek. Becerebiliyor muydum? Eh, daha ilk günün sabahındaydık.

"İyi yapmışsın." Kafamı eğip ıslak çimlere bakındığımda karşımızdaki geniş iki taraflı kapıda bir hareket oldu.

"Kahvaltı hazır millet! Size Kore mutfağından hiçbir ezgi barındırmayan bir kahvaltı hazırladım. Oh, şu neydi? Krep? Bunu hazır aldım ama sorun o değil. Hadi, geliiiiin." Elindeki koca tepsiyi pek de sağlam olmayan yöntemlerle taşıyıp tam da karşımızda kalan yuvarlak cam masaya bıraktı Hoseok.

"Jimin, hadi dedim." İçeriye doğru tatlı tatlı bağırıp dudaklarını büzdüğünde dudak kenarlarındaki gamzeleri ortaya çıkmıştı. Hoseok bugün çok tatlıydı, yakında kokusu çıkardı. Dürtülmüşçesine irkildim ve camla kaplı Fransız kapısından asık suratını bir an bile bozmadan bahçeye çıktı.

"Sana da günaydın, bu ne hal böyle?" Seokjin anlam verememiş bir halde ona bakıyordu, o esnada da elindeki tabaktan kendi tabağına yumurta almakla meşguldü. Jimin cevap verme gereksinimi duymadan benden, daha doğrusu bizden, en uzak köşeye giderek çekişi sandalyenin üzerine oturdu.

"Ya, orası benim yerimdi. Cidden bu ne hal Jimin?" Namjoon her ne kadar söylense de kollarını sıvayarak Jimin'in yanındaki yeri aldı.

Fakat ne tesadüftür ki Jimin yine sessiz kaldı. Çatık kaşlarının arasına koca bir sinir oturmuştu belli ki.

"Buna bir şey mi oldu?" Dedi Seokjin bu sefer de peynirlere yönelirken. Usulca bakışları bana döndü ve bir şey bilmiyormuş gibi omuz silkerek bakışlarımı çektim. Yoongi'nin yanımdan kalkmasıyla onu takip ettim ve tıka basa dolu masaya doğru ilerleyerel Jimin'in tam karşısına oturdum. Bakışları daldığı noktadan, yerdeki nemli çimler olduğunu tahmin ediyordum, kalkmadı.

"Yine solundan kalkmış belli, uğraşmayın işte." Yoongi tok ve umursamaz sesiyle kendi tabağına bir şeyler almaya başladığında gözlerimi herkes kendi telaşına dalmışken onun üzerine kilitledim.

Uykusuz görünüyordu. Uykusuz bir Park Jimin her zaman huysuz olurdu. Hele ki canını sıkan bir şeyler varsa, ona değmek cesaret isterdi.

Fakat biz, bu masadaki altı kişi, onu ondan iyi tanıyan bir avuç salaktık.

Yani, özellikle de bana onun bu hareketleri sökmezdi.

Tabii bu yine de içten içe onun uykusuz kalmasına üzülmemi engellemedi.

apego ¦ jikookWhere stories live. Discover now