Unutulan Gökyüzü

489 43 57
                                    

Öyle dünyada saf bir barışın olabileceğini düşünen yahut mutlak iyiliğin bir gün hakimiyet kuracağına inanan biri değildim. Çünkü gerçeklerin farkındaydım, iyiler ne kadar çabalarsa çabalasın kötüler de olacaktı ve bunu kimsenin değiştirebilecek yetkisi yoktu, olamazdı da. Yine de ben elimden geldiğince iyilerden olmaya çabalayacaktım, ben elimden geldiğince kendi alanımı barış içinde tutacaktım.

Ne zavallı olmalıydım gözlerinde, elimde kahvemle bir katliam başlatmış olmanın umursamazlığını taşıyabilir ve lüks içinde yaşayabilirdim. Göz kapaklarımı değil, aynı zamanda göz bebeklerimi de kana boyamayı vaadettiler bana ve benim cevabım hayır olacaktı.

O gün giymekten hiç hazzetmediğim takım elbiseyi giydim, tabiri caizse jilet gibi görünüyordum. Cumhurbaşkanının sekreterinden arama aldığımda ve bana bir araba gönderildiğini duyduğumda kesinlikle gergindim çünkü ne ile karşılacağımı bilmiyordum ve ben resmiyet gerektiren birçok şeyde oldukça berbat biriyimdir. Evden çıktığımda ve o makam aracına adımımı attığımda aralarında bulunmak çok yanlış hissettiriyordu, yine de bunun yaptığımız onca hizmet karşılığında bir tebrik olduğunu düşündüğümden kesinlikle şikayet etmemem gerektiğini düşündüğüm bir durumun içindeydim. Bir rüyanın içerisinde gibiydim, hayali bir surettim sanki de bunları yaşayan ben değildim, dışarıdan bir filmmişçesine izliyordum. Ellerim terlediği için gergince pantalonuma sildim onları, bir yandan da sürekli dudaklarımı kemirmekle meşguldüm. Kemiklerime kadar rahatsız edici gelen onca samimiyetsiz selamlamaları, zorundalıktan yapılmış saygı gösterilerini atlatıp nihayet toplantı alanına varmıştık. Burada birçok meslektaşım ve hatta yurtdışından tanıdığım arkadaşlarım yer alıyordu, ortam adeta bir atom mühendisleri tarlasına dönüşmüşken kendi arkadaşlarımın yanındaki yerimi aldım.

Cumhurbaşkanının gelmesini bekliyorduk, tanıdık yüzler görmüş olsam dahi o havayı ağırlaştıran tuhaf atmosfer de kendisini muhafaza etmeye devam ediyordu. Kadınlar bolca makyajlı, erkekler de son derece özenliydi bense takım elbise giymiş olmama rağmen acayip sırıtıyorsun Yoongi dedim kendime, ortama hiç uymuyorsun bile diye geçirdim içimden. Ve nihayetinde cumhurbaşkanı da yanımıza teşrif ettiğinde herkes ayağa fırlayıp doksan derece eğilerek selam verdi ve her şey başladı.

Öncelikle hitabet yeteneği çok yüksek olan başkan, oldukça süslü cümleler kurdu hepimiz için ve takdire şayan çalışmalarımızdan bahsetti. Atom enerjisi üzerine yaptığımız tüm bu projelerin barışçıl anlamda olmasıyla gurur duyduğunu söyleyerek bize teşekkürlerini sundu. Ve ardından artık vatanımıza da döndüğümüze göre söz konusu projelerin vatana hizmet olması gerektiğini söyledi. Daha konuşma sonlanmadan ne yönde ilerleyeceğini anladığımdan büyük bir huzursuzluk kapladı beni, doğrusu her şeyden evvel hayatta fazla tatmadığım o duyguyu tattım yani korkuyu, üstelik kendim için değildi bile bu korku.

Ulusal savunma bakanı, kara-deniz-hava kuvvetlerinin hepsinin komutanları tek tek içeriye girdiklerinde iyiden iyiye bir titreme almıştı beni lakin göstermemek için büyük bir çaba sarfediyordum. Cumhurbaşkanı yeni projeye bizleri de dahil etmek istediğini, bilimi artık askeri güçlerle beraber ülkemizi müdafaa edebilmek adına kullanmamızı, bana ve tüm arkadaşlarıma düşenin de vatana hizmet etmemiz gerektiğini söylüyordu. Ben henüz askere bile gitmemiştim, mutlak suretle yapmayacağım şeyler ve bazı katı prensiplerim vardı. Ulusal savunma bakanı "Dünyanın en büyük onuncu savunma bütçesine sahibiz, yani bütçe bakımından da hiçbir sıkıntınız olmayacak. Bilim insanlarının özgürce çalışması için her türlü imkan ve destek sunulacak. Unutmayın bu proje bir saldırı değil, bir savunma projesidir" demişti, bunu söylerken kulağını kaşıyordu ve beden dili bile söylediklerinden şüphe ettiğini, bunun aslında koca bir yalan olduğunu bağırıyordu.

Ben her bir silahın ucuna çiçekler yerleştirmek isteyen biriydim ve şimdi postallarıyla o çiçekleri ezmek istediklerini haykıran adamlar bana tüm bunları adeta bir aptalı kandırır gibi kapalı bir kutunun içinde gösteriyorlardı. Askeri amaçlar için çalışmayacaktım, bunun savunma ya da saldırı olup olmaması umrumda değildi, asla bir nükleer silah oluşturmayacak ve bunun bir parçası olmayacaktım. Bu konuda oldukça nettim, korkuyordum evet bu yalan değildi hem de delicesine korkuyordum o sırada. Çünkü bu projenin halka sızdırılması ya da ulusal basına duyurulması asla iyi sonuçlar doğurmazdı, henüz projenin ayrıntılarından bahsedilmemiş olsa dahi varlığının sezdirilmesi bile devlet için risk demekti ve olumsuz dönüt onlar için rahatsızlık verici olacaktı. Bu da tüm bu komutanlar ve başkanın önündeyken bize yapılmış bir teklifmiş gibi gözükse dahi, hayır deme şansımızın olmadığını gösterir nitelikteydi.

İçimdeki Yoongi çığlık atıyordu, onların suratına katiller diye bağırmak istesem de yapamadım. Ben bu işe dahil olmayacaktım fakat bir şekilde bunu yapacaklardı ve bu beni dehşete düşürmüştü, biliyordum onlarca insan ölecekti bu bir soykırım, bir katliam olacaktı belki de ve ben bunun bilincinde olup yaşamıma devam edebilecek miydim? Vicdanım her şeyi bilmeme rağmen devam etmemi sağlayabilecek miydi? Yalnız kaldığım her vakitte bunu düşünmeyecek miydim şimdi? Korkum, teklifi reddettiğimde vicdanımın susmayacağı ve onlarca insanın kanının da elimde bir gölgesi olmasıydı, birden tüm günümü bir karanlık sarıvermişti. Hayır dememin kötü sonuçlar doğuracağını biliyordum kendim için, yine de bunun basit bir mevki düşürme olacağını düşünmüştüm. En kötü ihtimalle beni kovarlar ve beş parasız kalırım diyordum, bunu da sorun etmiyordum hiç açıkçası çünkü para benim için gerçekten bir kıstas değildi. Nihayetinde ben sokaklardan gelmiş bir çocuktum, yetimhanede yaşamıştım yani garibanlık nedir en iyi ben bilirdim. Bu yüzden o gün o odada her birimize kabul edip etmediğimiz sorulurken ve ardı ardına imzalar atılırken imza atmayan tek kişi oldum.

Yeteneğimin ya da dehamın böyle bir şey için kullanılmasını reddecektim ve cevabım daima hayır olacaktı. Arkadaşlarım bana deliymişim gibi baktılar, canıma susadığımı düşünüyor olmalılardı ve yetkililer tekliflerini tekrarladılar, cümlelerine biraz daha neon ışıkları katıp pazarladılar ve gülümseyerek teşekkür edip tekrar reddettim onları. Makam arabasıyla geldiğim yerden yürüyerek çıkmıştım fakat buna bile şükrediyordum çünkü bir an için oradan asla çıkamayacağımı dahi düşünmüştüm. Muhtemelen elimdeki her şeyi alacaklardı, her şeyden kastım maddi kaynaklar ve akademik kariyerim gibi şeylerdi ama tüm bunlar umrumda bile değildi. Bir işte garsonluk yaparak geçimimi sağlayabilirdim, beni meczup yapacak şeyin ise ileride neler olacağını düşünmek olacağından emindim. Muhakkak ki korkunç şeyler olacaktı ve ben buna engel olabilir miydim? Lanet olasıca bir süper kahraman değildim ben, yine de yapabileceğim bir şeyler olmak zorundaydı. Onlar insanların hayatlarıyla kumar oynarlarken ve kazananı da devlet başkanları belirlerken, bu zarı sallayan herkesten tiksinmiştim.

Bir taksi çevirip eve dönerken o toplantı salonunda ne kadar kaldığımızı bilmiyordum ya da benim her şeyden soyutlanmış bir şekilde ne kadar uzun süre yürüdüğümü de, zaten taksiyi çevirdiğimde de evin bile ilerisine gidecek kadar yürümüştüm ve hava çoktan kararmıştı. Tüm gezegenler kafamın içerisinde birbirleriyle çarpışıyorlardı sanki, devasa patlamalar oluyordu içimde. Bedenimse bir heykel katılığındaydı şimdi, eve vardığımda ve taksicinin parasını ödediğimde çok açtım çünkü sabahtan beri hiçbir şey yememiş ve büyük bir gerginlik atlatmış üstüne üstlük bir de uzunca yürümüştüm. Kendime bir kahve yaptım ama hala daha sakinleşmiş değildim, ben eğitimli bir köle olmayacaktım, ben bir silah olmayacaktım fakat ben şimdi nasıl onca canı kurtaracaktım? Midem bulanmaya başladı ve kahveden daha bir yudum alır almaz tuvalete koştum, kustum, kustum ve tekrar kustum. O gün gökyüzüne bakmayı unuttum.

ALWAYS:NOWhere stories live. Discover now