7

7.6K 306 229
                                    

Düzenlenecek.

_*_


Bazen taşıyamıyacağım kadar yük biniyor üzerime. Bir bir o yükleri üzerimden atıyorum ve devam ediyorum yoluma. Tamam diyorum artık iyisin Berfu, diyorum. Artık mutlusun ve hep mutlu kalacaksın. Oğlun ve eşin sana bir ömür boyu yeter, diyorum. Aynaya bakıp gülümsüyorum ve kendimi dik tutup göz yaşlarımı siliyorum. Bana yetecek iki insan var ailem olan ve çok da sevdiğim güvendiğim iki arkadaşım var, diyorum. Bu sefer kocaman gülümsüyorum. Peki niye? Neden her şey aleyhime işliyor? Niye her şey bana yük oluyor? Sevdiğim adam, güvendiğim insanlar... Neden beni hep sırtımdan vuruyorlar?

Acımı niye kat kat arttırıyorlar? Eş demek ruhunun bir parçası demek değil mi? Başını yastığa koydun mu onu görmek değil mi? Hastalandın mı başında durmak değil mi? Gözlerini açtığında onu görmek değil mi? Kötü oldun mu varlığını hissedip, iyi olmak değil mi? Eş demek, koca demek, evlilik demek huzur demek değil mi? Değilmiş! Bazı insanlar için değilmiş işte.

Dost dediğin her anında yanında olmak değil mi? Ne karar alırsan al saygı duymak, onu desteklemek değil mi dostluk? Aranızda gizli saklı olmaksızın bir yola baş vurmak değil mi arkadaşlık? Fedakarlık değil mi arkadaşlık? Değilmiş! Kendim soruyorum, kendim cevap veriyorum. Çünkü ders çıkarıyorum her şeyden. Kimseye güvenmemeyi öğrenmeliyim. Yoksa o güven yıkıldı mi, yıllar geçse de geri gelmezmiş. Benimki de gelmez ki bir daha kime güveneyim? Kime sarılayım? Kime sırtımı yaslayayım? Kötü olduğumda ilk kime koşayım ki ben?

Başımı geriye yaslayıp derin bir nefes aldım ve kafamı Kıvanç'a çevirip, yanına çöktüm. Elimi saçlarına uzatıp okşadım. "Lütfen sen beni yüz üstü bırakma olur mu? Hiçbir zaman beni üzme veya kırma. Bir derdim olduğunda, aslan gibi oğlum var diyerek sana sığınayım. Beni bırakma ya da terk etme. Biri için hayatını bozma. Ve eğer olgunlaşıp evlendiğinde, sev ya da sevme. Sadece, onu hiçbir zaman aldatma." dedim saçlarını usul usul severken. O tatlı gülen yüzünü bana çevirip çocuk dilinde diyebileceği bir şekilde, "Anne." Dedi. Gülümseyip yanağından öptüm. "Efendim anneciğim?" Eliyle bir yeri işaret ederek. "Baba." Dedi. Afallamış bir şekilde arkama baktım. Ama kimse yoktu. Tekrar Kıvanç'a dönüp işaret ettiği yere bakmaya çalıştım.

Bir sehpanın üzerinde Ateş ile Çağrı'nın birlikte çekinilmiş bir resmi vardı. Elimle oraya uzanıp çerçeveyi hızla aşağı indirip kapattım. O şeref yoksunu insanı görmek bile istemiyordum. Hele adını duymak, asla.

Kısa bir süre sonra kapıdan anahtar sesi geldi. Sanırım Çağrı ile Mihri gelmişlerdi. Ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdüm. Önce elinde bir bavulla Çağrı, arkasından ise Mihri geldi. Onun da elinde küçük bir çanta vardı. Büyük bir ihtimalle Kıvanç'ın eşyalarıydı.

Çağrı bavulu işaret edip, "Bu senin kıyafetlerin." diyerek Mihri'nin elindeki küçük çantayı aldı ve, "Bu da tosunumun." dedi. Sonra ise eşyaları kapıya bırakıp Kıvanç'a doğru yürüdü. Mihri koluma yapışıp beni kendine çekerek Çağrı'nın duymasından korkuyor gibi fısıltıyla konuştu. "Aynı hata eğer bana yapılsaydı, değil Çağrı'yla aynı evde yaşamak, aynı şehirde bile yaşamam!" Dedi.

"Daha yeni mi aklın başına geliyor Mihri?" diyerek kolumu hızla elinden kurtardım. Mihri mahçup bir şekilde başını önüne eğip, "Ateş'te gram pişmanlık yok Berfu. Sende benim arkadaşımsın, göz göre göre seni ateşe atamam!" dediğinde söylediklerinde sadece bir noktaya takılı kaldım. Gram pişmanlık yok demesi sol yanımda çok şiddetli bir sızıya neden oldu. Kalbimin ritmi bozulmuş, kulaklarım uğulduyordu sanki. Dizlerimde derman kalmamış bir şekilde, Kıvanç'a doğru yürümeye başladım.

oyun bozan | tamamlandı Where stories live. Discover now