12

5.6K 241 54
                                    

Düzenlenecek.

Gözyaşlar anlatırdı yürekteki acıyı. Onlar anlatırdı yasını, kalp taşırdı ağrısını...

Pencerenin kenarına başımı yaslamış yorgun gözlerle İzmir'in gürültülü sesini dinliyordum. Dün akşamdan beridir gözüme bir gram uyku girmemişti. Kendimi o kadar yorgun hissediyordum ki ısrarla kapanmak isteyen göz kapaklarımı bıraksam, derin bir uykuya dalacaktım.

Kollarımı kendime çekip üşüyen omuzlarıma sardım ve üstüme aldığım kalın hırkaya daha çok sarıldım. Omzumun üzerinden huzurla uyuyan Özge'ye buruk bir şekilde gülümsedim. Sanırım böyle uyuduğum zaman en son Ateş'in beni aldattığını öğrenmiştim. Kaç gün geçmişti üstünden bilmiyordum, bilmekte istediğimi düşünmüyordum açıkçası.

Kendime ve en çokta oğluma yeni bir sayfa açmıştım. Yepyeni bir hayat, yeni insanlar, yeni bir şehir ve daha bir çok yeni şey...

Efdal ve Kıvanç'ı görme isteği içime tekrar nüfuz edince derin bir nefes alarak gece boyunca oturduğum pencerenin önünden usulca kalktım. Özge'ye kısa bir bakış attığımda hâlâ uyuyor olduğunu görünce onu uyandırmamak adına parmak uçlarımda yürüyerek kapı kulpunu çevirdim. Kapı 'tık' sesiyle beraber açıldığında gözlerimi Özge'ye çevirdim. Dudaklarından minik bir mırıltı duyulsada uyanmamıştı.

Dudaklarımı, göreceğim görüntüden etkilenmemek için ısırsamda pek fayda etmemişti. Gözlerim şu sıralar alışkanlık haline gelen şaşkınlık ifadesiyle kocaman açıldı. Elimi kapı kulpundan çekip kendimi yürümeye zorlayarak odanın dışına çıktım. Bedenimi saran huzur beni mayıştırmış gibiydi. Pamuk şeker gibi olmuştum. Kıvanç, Efdal'ın göğsünde tıpkı bir bez bebek gibi uzanmış mışıl mışıl uyuyordu. Efdal'ın kolları onu incitmekten korkarmışçasına bol bir şekilde sarmalamıştı. Dudaklarımda peydah olan gülümseme, yüreğime dolanan zehirli bir sarmaşık gibiydi.

Kirpiklerim titremeye başladığında ağlayacağımı anladım. Hangi adam, tanımadığı bir çocuğa babasının bile göstermediği ilgiyi gösterirdi ki? Gösterse bile hangi amaçla gösterirdi? Bunu gerçekten ama gerçekten çok düşünmüştüm fakat bir cevaba ulaşamamıştım. Çocukları mı çok seviyordu? Tamam, sevebilirdi ama...
Ama Kıvanç'ı sadece sevmiyordu. Ona bağlanıyordu. Bu kesinlikle beni rahatsız etmiyordu aksine seviniyordum Kıvanç'ı böyle mutlu görünce. Fakat bir yandan da korkuyordum. Kıvanç'ın ona bağlanmasından...

İçimde buz gibi uğuldayan rüzgârlar vardı. O rüzgârlar estikçe kalbime lavlarını akıtan bir cehennem vardı. Bir uçurum vardı kafamın içinde, ucuna oturup ayaklarımı sallandırdığım. Sonra, nefesimi tutup, en dibinde beklemek istediğim lacivert bir okyanus vardı. Bir adam vardı siyah saçlı, gülümseyerek bakan, yeşil gözlü. Yalan söyledim, iki adam vardı karşımda. Kumral saçları ve elaya yakın gözleri olan bir adam daha vardı. İkisinin elini tutan oğlum, Kıvanç vardı bir de. Ama ela gözlü olan adama daha yakın duruyordu oğlum. Kaşlarımı çatıp bekledim. Yeşil gözlü gülen adamın güzel gülüşü birden soldu ve Kıvanç'a döndü. Dudaklarını araladı ama söyleyecek bir şeyi yokmuş gibi kapatmak zorunda kaldı. O an, bende kapattım o defteri. Yırttım, buruşturdum, attım ve bir daha oturmamak üzere kalktım masadan.

Dilimin ucunu ısırarak boğazıma oturan yumrunun geçmesini bekledim. Ne zaman sinirlensem ya da üzülsem, bu lanet olası şey her seferinde boğazımı yırtmak istiyormuş gibi birden oraya oturuyor kendini belli ediyordu. Canımı şu an öyle bir yakıyordu ki hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum.

oyun bozan | tamamlandı Where stories live. Discover now