Ganges River

1.8K 220 721
                                    

Louis, bedenindeki soğuk ve başındaki ufak bir sızıyla yüzünü buruştururken, göz kapaklarının ciddi anlamda birbirine yapışmış olabileceğini düşünmeden edemedi.

Sırtının duvara yaslanmış olduğunu anladığında huzursuzca kaşlarını çatıp sonunda gözlerini aralamayı başardı. Öncelikle bulanık olan görüş alanı yavaşça netleşti ve gördüğü uzun ışık huzmelerinin aslında birer demir parmaklığın arasından sızan ışık olduğunu anladı.

Anlamsızca izlediği parmaklıklardan gözlerini alıp, başını göbeğine koymuş ve boylu boyunca yerde uzanan Harry'ye baktı. Kalbi bir an için yumuşadı ve parmaklarını onun saçları arasına daldırdı. Fakat dün yaşadıkları şeyler birer birer zihnine ilişirken dudaklarından sıkıntılı bir inleme çıktı.

Önce içmeye gidiyor, doyumsuzca içiyor ve bardan çıkıp pazara gidiyorladı. Pazardaki balıkçı adama kefal balıklarının kuyruklarından tutup fırlatmış, Hintçe bir sürü küfür savurmuştu. Bu yetmezmiş gibi Harry ona deli gibi kahkaha atıp telefonuna fotoğraflarını çekmişti. Hatta balıkçı adam bayılmış, kollarından iki adam tutarken Louis başka bir balık alarak onu öper gibi poz vermiş, Harry de Louis'nin yanında dudaklarını büzerek arkadaki ilginç görüntüyle selfie çekmişti.

Patates satan adamı saymıyordu bile. Kafasında bir patatesin parçalandığını hatırlıyordu!

Sonrası başlarına üşüşen polis memurları ve ellerini saran kelepçelerdi...

"Uyanın artık!"

Demir parmaklığın gürültüyle açılmasıyla Harry neye uğradığını şaşırıp kafasını aniden kaldırdı. Ama başı, duvara monte edilmiş tahta koltuğun altına denk geldiği için alnı pat diye ona çarpmış, Louis'nin karnına geri düşmüştü. Louis karnının ve başının ağrısıyla surat buruştururken, Harry de alnı ve şakaklarının ağrısıyla ofluyordu.

"Hadi hadi, otel mi sandınız burayı!"

Dudaklarının üzerinde dikdörtgen şeklinde bıyığı olan, esmer tenli ve oldukça kilolu olan memur, jopuyla demirlere vurup ses çıkarmaya devam edince, ikisi de huysuzca yerden kalkmaya çalıştı. Akşamdan kalma yorgun bir hâlleri vardı ve memur da onlara öfkeyle bakınca kendilerini daha da kötü hissediyorlardı.

"Çıkın hadi, işimiz gücümüz var." Huysuzca söylenirken Harry bir şey anlamadan Louis'ye baktı. Louis ise dün gece olanları hatırlayıp utanç içinde elini yüzüne yapıştırdı.

Bu memuru kendilerini affetmesi için iki yanağından öpmeye çalışmışlardı...

"Dünkü olay için özür dileriz memur bey. Biz çok sarhoştuk."

Adam onlara burun kırıştırarak bakarken bu özrün pek bir faydası yok gibiydi. "Zaten ne geldiyse sarhoşlardan geliyor başımıza! Oğlum biraz daha az içseniz şunu!"

"Ama öfkeliydik!" diye gereksiz bir çıkışmada bulununca, memur bey öfkeyle açtığı gözlerini ona dikip jopun ucunu Louis'nin göğsüne bastırdı.

"Yaklaşma be, leş gibi kokuyorsunuz." Öğürme hareketi yaparken hiçbir şey anlamayan Harry hâlâ anlamsızca onu izliyordu. "Ayrıca beni öpmeye çalıştığınızı unuttum sanmayın, dua edin ki sizden şikayetçi olmadı kimse."

"Bir de şikayetçi olsalardı! Onların yaptığı şerefsizlikten asıl ben şikayetçiyim be!"

"Hadi hadi, çıkın gidin uğraştırmayın bizi."

Louis burnundan soluyup ceplerine dokundu, adam da hâlâ jopunu çekmemişti. "Telefonlarımız nerede?"

"Çıkarken alırsınız, leş kokulu mahlukatlar sizi." Gözlerini kısıp dişlerinin arasından söylediği şeylere Louis yalnızca göz devirmekle yetindi ve Harry'nin elini tutup oradan ayrılmaya çalıştı. Memur da onlar gidene kadar jopunu bir kalkan olarak onlara dikmeye ve beraberlerinde takip etmeye devam etti.

In India | Larry ✔Where stories live. Discover now