20-Geri Dönmek

5K 404 459
                                    

Medyada bölümün son parçasına uyan bir şarkı var. Yeri ben de bambaşka olan bir şarkı; Teoman - Çoban Yıldızı

Sizden daha önce oy istemedim ama bu sefer isteyeceğim. 5100+ kelimeyle bölüm bitti ve çok emek verdiğim bir bölüm oldu. Bu yüzden yorum ve oylarınızı eksik etmeyin lütfen. Bunlar benim için çok önemli. Umarım beğenirsiniz💕

İYİ OKUMALAR💕

********

Hayatın başına buyrukluğunu; zamanı saniyelere, dakikalara, saatlere ayırarak, bir düzene bağlamıştık. Ancak bunun bizim zaman algımıza ters olduğunu düşünüyordum. Hayatımın ışık kadar hızlı aktığı dönemleri hatırlıyordum. Zaman gözlerimi kuşatan kirpiklerimdeydi; zihnimi karanlığa hapsettiğim an da akıp geçiyordu. Ancak şu an olan şey bunun tamamen tersiydi. Zaman; saniyeleri, saatler sanmamı sağlayacak kadar esnemişti. Sanki adım atsam bir bıçak boğazıma saplanacak, kımıldasam kalbime dikenli bir yumruk inecekti. Saliseler, yıllarımı benden çalacaktı.

Göğü vızlayarak dolaşan dronelardan birini işittiğimde, derin bir nefes aldım. Vücudumu yasladığım soğuk duvardan, ellerimden destek alarak uzaklaştım ve etrafıma bakındım.

Ağaçlar ve binalar hala aynı hırçınlıkla oldukları yerde dursalarda, artık saniyeler öncesi kadar tehditkar değillerdi. Sınırları içine hapsolduğum bu zamanda, düşünmem gereken daha tehlikeli sorunlarım vardı artık. Hareket etmeliydim.

Gideceğim yönü seçtiğimde, geçmişten gelen adımlar atıyordum. Şu an karanlık sokaktaki o kızdım ancak o günden farklı , avcumda taşlaşmış ve önemsizleşmiş acılar tutuyordum. Kalbimde aynı heyecan olsada tamamen farklı bir ruhtum artık.

Akşama yaklaşan güneş ile soğuyan rüzgar, tenimi yalayıp geçerken çoktan iki binayı aşmış; görünmez adımlarla savaşın seslerini duymaya adapte olmuştum. Adımlarım, içinde olduğum gerçekliği kavrarcasına korkularımı eziyordu. Asi'nin dışarı çıkmak için boğazıma tırnaklarını geçirdiğini, oralarda kalan nefesim sayesinde hissediyordum.

Zaman algım altüst olmuş olsada, dakikalar geçtiğini tahmin edebiliyordum. Ancak hala kimseyi görmemiş, arkalarında bıraktıkları vahşiliğe dahi rastlamamıştım. Havaya yükselmiş bir toz kalıntısı bile yoktu, savaşın sesleri dalga dalga dağılıp yok olmuştu.

Elimi ağacın geniş gövdesine yaslayarak, rüzgarın uğultusu dışında bir ses duymayı bekledim. Tam vazgeçip başka bir yöne ilerleyecekken, nabzımı saliselerle yarıştıran ancak; son nefesin duyulması zor uğultusu kadar kısık olan bir ses duydum. Duyduğum çığlık, acıdan doğan ve bana ulaşan bir ağıt gibiydi.

Karmaşık hislerin hakim olduğu bakışlarımı, sesin geldiği yöne çevirirken bedenim de hareketlendi. Oldukça uzağımda olan binaya yaklaşırken; tırpanı omzunda, etekleri ardında sürünen bir azrailin bedenine sızıyordum. Şimşekler çakacaktı ve ben; sesin sahibinin ruhunu alıp, cehenneme taşıyacaktım.

Bir günahın kıyasındaydım, rüzgar biraz daha sert esse düşecektim o günaha. Çünkü sesler yükselmişti. Anlayamadığım birkaç kelime ve ara ara kulaklarımı yakan iniltiler duyuyordum. Yine de damarlarımdaki kana kadar yayılan hırsı ve heyecanı yok saymaya çalışıyordum. Çünkü aceleyi bilmeyen, hırsı anlamayan adımlara ihtiyacım vardı. Bir aslanın avına sokulduğu gibi olmalıydım; olabildiğine vahşi ancak sükunetli...

Seslerin geldiği binanın kapısına yaklaşırken duyduğum anlaşılmaz harf topluluğu, bilinen bir lisana dönüştü.

"Yalvarırsan bırakacağım seni."

Çete SavaşlarıWhere stories live. Discover now