12. "Yıkılan Kalenin Duvarları"

5.6K 297 872
                                    

Bu şarkıyı önceki bölümde de kullandım ama bu bölümün yarısını yazarken de onu dinledim çünkü bizim iki deliye çok uyuyor bu şarkı. Yoksa Ozbi şarkılarına olan hayranlığımla alakası yok. Neyse işte bunu da yine buraya bırakıyorum dinlersiniz diye, çünkü neden bırakmayayım

***

Söylenilen bir söz ne kadar çaresiz bırakabilirse o kadar çaresiz bırakmıştı onu. Öyle çocuksu ve çaresiz sormuştu ki bunu, daha da kötü hissetmişti kendini. Karşısında yok olmayı bile dilemişti ama acıyla gözlerini kaçırmaktan başka bir şey yapamamıştı. Omzunda hissettiği ağırlık daha da artmıştı. Attila'nın yaptıkları ve söyledikleri ikisini çıkmaza sokmaktan başka bir işe yaramıyordu. İşe yaramadığı gibi bu durum onu daha da kötü hissettiriyordu.

Sorduğu soruya cevap verememişti, verecek hiçbir cevabı yoktu çünkü. Ne diyecekti ki? Bu soruya bir cevap verilebilir miydi? İlk defa bir şeyleri akışına, kendini de akıntıya bırakmıştı. Onda da bir kayaya çarpıp can vermesi an meselesiydi. Yerinden kaldırıp sessizce taksiye bindirmek istemişti fakat ayağa kalktıktan birkaç saniye sonra hemen bir ağacın dibine kusmuş ve midesindeki tüm sıvıyı çıkarmıştı. Tiksinmeden ve midesi bulanmadan onu yerden kaldırmış, yüzünü yeniden yıkayarak kendine gelmesini sağlamıştı. Bu sayede de Attila'nın baştaki sarhoşluğu gitmiş ve daha ayık bir kafaya ulaşmıştı.

Taksi durduğunda sarışın genç parasını verdi ve taksiden inip Attila'nın da inmesini bekledi. Sessizce oturmaya devam ettiğini gördüğünde sabırlı olmak adına içinden sabır çekti, yol boyunca ikisi de konuşmamıştı ancak inmek için direktif beklemesi de saçmalıktı. Elini kapının üzerine koyup eğildi. "İn hadi, geldik." diye, dalmış olabilme ihtimalini düşünerek seslendi.

Attila ise aksine dalmamıştı, Halil'in evine geldiklerini gördüğü için inmemişti. Evine gitmek istiyordu çünkü kendine çok fazla öfkeliydi. "Devam et abi." dedi taksi şoförüne yan taraftaki sarışını umursamayarak.

Yavaş yavaş kendine geldikçe hem kendine hem de Halil'e olan öfkesi katlanıyordu. En çok da kendineydi o öfke, karşısında ağlamadığı kalmıştı. Kendini düşürdüğü durumaydı öfkesi. Zihnindeki o pus kalktıkça her şeyi daha iyi idrak etmeye başlamıştı yol boyunca. Keşke kusmasaydım diye içinden geçirdi, en azından öfkesi yarına kalırdı ve daha geç hissederdi.

Attila'nın onu umursamayışı dinen öfkesini yeniden uyandırdı. Dişlerinin arasından sinirle konuştu. "İn dedim sana Attila." Kendini ne kadar sıksa da sinirlenmeden edememişti.

Kızarık gözlerini arabanın içine eğilmiş sarışına çevirdi, koyulaşmış yeşilleri yine meydana çıkmıştı. Dediğini sallamadan kapıyı kapatmak için eğildi ancak sarışının bileğine sarılan parmakları tarafından engele uğradı.

"Son kez söylüyorum, in artık. Konuşacağız."

Bileğine bakıp orayı yakan parmaklara kısa bir göz attı ve hemen ardından sarışına baktı.

"Emir vermeden söyle."

"Beni sınama."

"Karşında çocuk ya da emir verebileceğin kul köle yok. Düzgün bir şekilde söyle." deyip sertçe kolunu kurtardı.

Sarışının dişlerini sıkmasından dolayı çenesinin gerildiğini gördü ancak umursamadı. Daha fazla öfkelenmesine neden olmuştu dediği şey, bunu da umursamadı. Kendine olan öfkesi yetiyordu çünkü.

Gemisini Bekleyen LimanWhere stories live. Discover now