17. "Sana da Aşk Olsun Vazgeçmişsin Benden"

2.9K 198 342
                                    

Hâlâ bekleyen ve okuyan var mı buralarda bilmiyorum ama herkese selam.

Bu kadar bekletmek asla istemezdim ama uzun süredir hiçbir şey yazamıyordum. Hatta kitabı silmek bile aklıma geldi ama kitabı bitireceğim diye sözüm olduğu için bu fikri hemen eledim.

Neyse fazla konuşmak istemiyorum, bölümle bırakayım sizi. Yazım yanlışları varsa kusura bakmayın, sizi çok fazla seviyorum💖

***

Mutfaktaki konuşmadan sonra Halil niyetini belli etmiş, Attila ise resmen daha çok rahatsız hissetmeye ve bu yüzsüzlüğü karşısında öfkeyle dolmaya başlamıştı.

O unutmaya çalışıp yoluma bakayım derken hiç olmadık anda Halil gelip onu yolundan etmeye çalışıyordu. O böyle davranıyor diye geçmiş falan unutulmuyordu, aksine aklına daha çok gelip ona o anları hatırlatıyordu. Ve daha fazla acı verip öfkelendiriyordu.

Tamam belki hâlâ onu seviyordu, unutamamıştı ama bu onu ilgilendiren bir durum değildi. Kendisine hissettirdiği şeyleri hatırladıkça kendini ne kadar acınası ve zavallı hissettiği o anlar gözlerinin önüne geliyordu. Bir insanın en çok kendisine saygısı ve sevgisi olmalıydı. Özsevgi ve özsaygıdan noksan olan insan başkasının sevgisine ve saygısına da ihtiyaç duymaz, kendine her şekilde yeterdi. Ki Attila'da bunlar bolca vardı.

Vardı... Ta ki Halil'e kadar...

Sarışın yüzünden kendisine olan saygısı, gururu ve sevgisini yok saymıştı. Yapmam diyeceği şeyleri yapmış, demem dediği şeyleri demişti. Ve bunların hepsi de Halil tarafından ona yedirilmekle kalmıştı.

Yaptığı ve dediği şeylerden asla gocunmamıştı ama ona bunun sonucunda hissettirilen o şeyler ağırdı. Kendini toparlaması da bu yüzden zor olmuştu. Güveni kırılmıştı ve nasıl toparlardı bilmiyordu. Evet hâlâ seviyordu ama temeli sarsılmış ve güven olmayan bir şeyde insan devam edemezdi, bir yerde her şekilde tökezler kalırdı. Tökezleyerek devam etse bile yorulup düşerdi ve bu sadece o kişiyi düşürmezdi, yanında olan kişiyi de kendiyle götürürdü.

Bu yüzden de sinirliydi Halil'e. Beylik laflar etmek her zaman kolaydı, asıl zor olan o edilen lafları icraate dökmekti ve Halil hayatında gördüğü en korkak herifti. Değiştireceğim diyerek anca kendini komik duruma sokar, Attila'yı da sinir hastası ederdi. Bu kadar cesareti vardı madem en başında göstermeliydi.

Salona geçip çay bardaklarının dizili olduğu tepsiyi sinirle sehpaya sesli bir şekilde koyduktan sonra yerine oturdu. Tepsideki bardakları tek tek Halil'e sokmamasının en büyük sebebi daha gelir gelmez kendini onunla bir kavga içinde bulup o aptala o sevinci yaşatmak istememesiydi.

Halil de hemen arkasından gelip yerine oturmuştu. Diğerleri hâlâ aralarında bir şeyler konuşmaya devam ediyordu ve gelmelerini pek umursamamışlardı. Halil'in bakışlarını hâlâ üzerinde hissediyordu. Bu da içinden sabır çekmesine neden olmuştu fakat artık dayanamayıp ona bakarken yeşil hareleriyle kendi kahverengi gözleri birbirine ok gibi saplandı. Şaşırmamıştı. Sapık gibi izliyordu resmen. Sarı pezevenk.

Artık içinden de demeyi bırakıp sadece kendi duyacağı şekilde "Fesupanallah." diyerek nefesi sesli şekilde havaya saldı ancak bunu becerememiş, hemen yanında oturan Şiyar'ın çektiği sabırı ve verdiği nefesi duymasına mani olamamıştı.

Yanında oturan Şiyar verdiği nefesi duyunca kafasını Attila'ya çevirdi, Attila'nın baktığı yere bakınca Halil'e kaşlarını çatarak baktığını gördü. Gülümsemeden edemedi. Halil ona yardım teklif ederken mutfakta Ati ile yalnız kalmaya çalıştığının farkındaydı, tıpkı geldiklerinden beri sarışının gözlerinin Attila üzerinde olduğunu fark etmesi gibi.

Gemisini Bekleyen LimanWhere stories live. Discover now