ikinci bölüm

4K 595 397
                                    

saat 09:45; sekizinci kattaki geniş daire, lee ailesi...

minho sürekli uyuyor, hiçbir şeyle ilgilenmek istemiyor ve sadece her şeyin bitmesini bekliyordu. eskiden de uyumayı severdi fakat o zamanlar annesinin güzellik uykusu diye adlandırdığı bu şey artık bir hastalık gibi yakasına yapışmış, aynı zamanda bir kaçış yolu olmuştu. salondaki kavga ve gürültüden.

günün neredeyse her saati bu sesler kesilmiyor, anne ve babası hep kavga edecek bir şeyler buluyorlardı. eskiden abisiyle ettiği ufacık kavgalara bile katlanamayan ailesi iki çocuklarının da daha fazlasına, daha şiddetlisine katlanmalarını bekliyorlardı.

minho bu kavgalardan bir şey anlamıyor, annesinin 'o kadın' derken kimden bahsettiğini, babasının her gün ne içip de böyle pis kokarak eve geldiğini bilmiyordu. sadece kaçıyordu işte; babasının kokusundan, annesinin bağırışlarından kaçıyordu ve anlamak için çaba göstermiyordu. bitmesini bekliyordu.

tüm bunların bitmesini bekleyen biri daha vardı, abisi lee felix. abisinin ona karşı her zaman sonsuz bir sevgisi vardı, ya da bir zamanlar bu sevgi sonsuzmuş gibi gelirdi minho'ya. abisi öyle güzel gülümser, öyle tatlı bakardı ki ona, "kanatlarım var benim," dese inanırdı minho. inanmıştı da.

abisini eskisi gibi çok göremiyordu. minho henüz küçük olduğu için onun üstüne çok gitmeyen ailesi tüm sinirini abisinden çıkartıyorlardı. okul, dershane, kurslar ve özel dersler derken abisinin yüzünü sadece gece odalarına uyumaya geldiğinde görür olmuştu.

bazı geceler abisi de babası gibi kokuyor oluyordu. o zaman fark etmişti minho, annesi öyle gecelerde abisinden nefret ediyordu. babasına bile kızamadığı kadar çok kızıyordu abisine. belki de herkes gücünün yettiğince hırpalıyordu karşısındakini.

öyle gecelerde annesi odalarından çıkıp gitse de minho uyuyamaz, abisinin iç çekişleri durulup sakinleştiğinde onun yanına giderdi korka korka. abisi onu gülerek kollarının arasına aldığında çok şaşkın olurdu her seferinde. az önce ağlayan abisine neden güldüğünü sorduğunda da aynı cevabı alırdı hep, "kanatlarımı görmedi."

sonraki gün abisine kanatlarını görmek istediğini söylediğinde henüz başındaki şiddetli ağrıdan kurtulamayan felix onu terslese de aldırmıyordu.

bir zaman sonra zaten sadece geceleri eve gelen babası hiç gelmemeye başladı. ve bundan da bir zaman sonra minho artık annesine "babam nerede?" diye sormamaya başladı. artık gelmeyeceğini biliyordu ve annesi artık abisini dövmeyecekse, gelmese de olurdu.

annesinin bu kontrolsüz şiddeti dindiğinde minho sandı ki abisinin ağlamaları da dinecek. bugün değilse de bir süre sonra diner. abisinin küçüğüydü ama o kadar da küçük değildi ya, abisinin sırtına sarılır o uyuyana kadar başında beklerdi. yıllar geçse de hep kanatlarına bir şey olmasından korkarak sarıldı abisine.

o gün abisi kanatlanıp uçtuğunda, pişman oldu mu kırmadığına? ya da çoktan kırıldıkları için mi onu taşıyamadılar?

her ne kadar evdeki gürültü yerini sessizliğe bırakmış olsa da felixin içindeki sesler bir saniye bile susmadı. yıllarca o kavga gürültüleriyle uyudu, uyandı. herkes için gelip geçen o günleri tekrar tekrar içinde yaşadı.

ne değişecekti?

annesine gidip geceleri kulağında bir çığlıkla uyandığını, kalbi hızlı hızlı atarken nefeslerini düzenleyemediğini, gözlerini kapattığında yüzüne tekrar tekrar yediği tokatları gördüğünü anlatsa ne değişecekti? annesi zaten pişmandı, pişmanlık neyi değiştirirdi ki? yıllardır her gün aynıydı. belki bir süreliğine eskisi gibi hissetse, en ufak tökezleyişinde anıları bacaklarına sarılıp onu dibe çekiyorlardı. bir gün kafasının içinde yükselen seslere dayanamadı ve hepsini sekizinci kattaki evinden, odasının camından aşşağı attı.

minho o evden de, babasından ve annesinden de çok uzaklara kaçmış, onların adını bile bilmedikleri bir sokaktaki binanın ikinci katına taşınmıştı.

yüksekten korkuyordu ama yeni evi ne eskisi gibi lüks ne de yüksekti. kafasını balkonundan aşşağı çevirdiğinde abisinin ölü bedenini görmüyordu artık, aşşağı bakmayı tercih etmiyordu da. gökyüzündeki bulutlara isimler takmak, ağaçlardan düşen yapraklara veda etmek ve yeni açan çiçeklerle tanışıp selamlaşmak daha iyi geliyordu ona.

yeni hayatında, karşısındaki yurdun ikinci katında oturan adını bilmediği bir çocuk bile iyi geliyordu da ona, kötü gelen bir tek sigarası vardı. bırakmak için umursuyor olmalıydı ve minho'nun hiç umrunda değildi bu boğazını yakan zehir.

akşam mutfağında çalıştığı lokantadan çıkıp evine dönerken turuncu sokak lambalarının ışığıyla parlayan yollara, perdeleri çekilmiş evlere, birbirinin peşi sıra koşan kedilere baka baka yürüdü. yarım saatlik yolunun hepsini sabah akşam yürür, serin serin kıyafetlerinin içinden geçip giden, tüylerini diken diken eden havanın tadını çıkarırdı.

son zamanlarda onun gibi bu havaları seven biriyle daha tanışmıştı. tek başına oturduğu evinde oda oda dolaşmaktan sıkılıp kendini balkonuna attığında, sanki onu beklemiş de balkona çıktığını anlamış gibi hemen perlederini açan çocuk. minho o çocuk hakkında gereğinden fazla düşünmeye çoktan başlamıştı. bütün gün işte olduğu için gün içinde hiç karşılaşmıyordu onunla ama her akşam aynı saatte, 09:45'te buluşuyorlardı.

minho bu tanışıklık ve düzenli buluşmalar çocuk için de aynı anlamı taşıyor mu bilemedi, ama bunun için fazla düşünmedi de. çift taraflı olduğundan emin olmasa da, tek taraflı olduğunu da iddia edemezdi sonuçta.

bazı geceler çocuk o kadar uzun süre kitabına gömülüyordu ki, minho ne okuduğunu hep merak ediyor, tam o an bir dürbün satın almayı geçiriyordu içinden. sonra sapkın düşüncelerine kendi kendine gülüyor ve gözlerini kısarak kitabı kapağından tanımaya çalışıyordu.

o gece ince bir kitapla oturdu çocuk yatağına, minho da bir paket sigarasıyla çıktı balkonuna. saatler birbirini kovalarken çocuk kitabı bitirmeye gayret ediyordu. minho yine kıstığı gözleriyle kitabı görmeye çalışırken çocuğun ona bakıp gülmesiyle gözleri kocaman açılmış, sanki çok yakınlarmış gibi utanıp geriye kaçmıştı. istemsizce o da gülerken çocuk elindeki "dönüşüm" kitabını kaldırdı ve kapağını daha net görebilmesi için ileri uzattı.

minho bunun ilk etkileşimleri olmasının sevinciyle o gece yatağa ne kadar geç girerse girsin uyuyamamıştı.

09:45, minsung ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin