yedinci bölüm

2.7K 415 200
                                    

saat 09:45; limonlu kek, jisung'un doğum günü...

jisung okuldan çıkmış yurda yürürken kafasını yerden hiç kaldırmamasına birkaç saniye sonra pişman olacaktı. bu bir ilkti ama işte minho, onun yolunun üstündeydi ve tam da jisung'u bekliyordu.

minik -sözde- arkadaşının doğum günü olduğunu yurdu ziyaret ettiğinde müdüre hanımdan öğrenmişti. çok sık gelen bir ziyaretçiye dönüştüğünden müdüre hanımla da çok konuşmak zorunda kalıyordu, kimi zaman konuşmalarını jisung'a çekerek verimli hale getirmekten pişman değildi.

o gün jisung için başka planları da vardı ama ilk önce işinden izin alarak onu şaşırtmak istedi. kendi yaptığı minik limonlu kekin üstüne mumu çoktan dikmiş, arkasında saklıyordu. tabii jisung'un ona çarpacak kadar dalgın olduğunu bilmiyordu.

jisung'un dalgın olmak için çokça sebebi vardı. yurttan ayrılma vakti gelmişti, nereye gideceğini ve nasıl yaşayacağını bilmiyordu. ne iş yapacaktı? bir kafede çalışmak ilk seçenekti hatta minhoyla birlikte çalışmak isterdi ama onu beceriksizliğiyle kendinden soğutmak da istemiyordu.

tam da minho'yu düşünürken önünde olduğunu fark etmediği, kendisininkine zıt olan yapılı vücuda çarparak geriye sendeledi. minho'ya bakarken şaşkınlıkla gözleri açılmış ve göz bebekleri genişlemişti. minho ise hala arkasında tuttuğu elleriyle jisung'a gülüyordu.

"neden muhtar gibi ellerini arkanda birleştirmiş dikiliyorsun?" diye söylenmesi minho'nun gülüşünün küçülmesine ve bir tebessüme dönüşmesine sebep oldu.

minho, jisung'un dik başlılığına çoktan alışmıştı ve bu halleri ona küçük bir çocukla uğraşıyormuş gibi hissettiriyordu. oldukça eğlenceliydi. susmasının jisung'u daha da huysuzlaştırdığını çocuğun çatılmış kaşlarından anladı ve arkasında sakladığı keki çıkarıp ona uzattı.

"iyi ki doğdun demek istemiştim. oldukça içten söylüyorum, iyi ki doğdun jisung."

jisung'un gözleri gülüşüyle kısıldığında hiçbir şey göremediğinden muzdaripti ama her şeye söylenmeye bayılan kişiliği o an için fazla softtu. bunun yerine minho'nun uzattığı keki hevesle eline almış ve mumu yakarken onu izlemişti. gözleri öyle parlıyorlardı ki minho gökyüzündeki iki yıldızın onun gözlerine düştüğünü düşündü.

jisung mumu üflerken ne dileyeceği hakkında hiç düşünmedi, haftalardır dilediği tek bir şey vardı zaten. minho'ya her şeyi anlattığından beri istediği tek şey ondan ayrılmamaktı. özellikle son günlerde, yeni bir hayata adım atacakken yanında götürmek istediği tek şey minhoydu. minho karanlık geçmişinde kalmayı hak etmiyordu; minho onun geleceğini aydınlatıyordu ve o aydınlık geleceğe aitti.

mumu üflediği gibi kollarını karşısındaki bedene sımsıkı sardı. öyle sıkı sarıldı ki minho onun ne dilediğini anlamıştı. zaten birbirlerini anlamak için başından beri kelimelere ihtiyaçları yoktu.

yeterince uzun süre sarıldıklarında, jisung'a bu hiç yeterli gelmemişti. minho'nun kollarından ayrılmadan önce parmak uçlarında doğrulup onun yanağına küçük bir öpücük kondurdu. şimdi bu, nasıl hem kalbini bu kadar hızlı attırıp hem de yetersiz kalıyordu? yeni bir öpücüğe cesareti yoktu bu yüzden minho'yu şok içinde arkasında bırakmayı seçti ve kollarından ayrıldığı gibi yanından geçip gitmeye yeltendi.

minho küçücük bir öpücüğün onu ergene cevirmesine lanet ediyordu, çünkü çok fazla heyecanlanmıştı ve yüzü bir anlığına alev aldı. yine de jisung'un kaçtığını fark edecek kadar kendindeydi. yanından geçen bedenin kolunu tutarak onu durdurdu ve kendine çekti. jisung yeniden minho'nun kollarının arasında kendini bulurken kaçış planının işe yaramadığını ve bir b planı hazırlayacak vaktinin de olmadığını anlamıştı.

09:45, minsung ✔On viuen les histories. Descobreix ara