on dokuzuncu bölüm

1.3K 229 94
                                    

saat 09:45; lee felix...

changbin'in ağzından çıkan her kelime minhonun zihninin duvarlarına çarparak yankı yapıyor gibiydi. biraz sonra dudaklarından dökülen tek şey fısıltı gibi bir "abi.." kelimesi olduğunda jisung anlayamayarak yerinde doğrulmuş ve sevgilisinin beyaz yüzünü okşayarak ona seslenmeye başlamıştı.

minho'nun teninin soğukluğunun aksine kalbi hızlı hızlı atıyor ve etrafındaki her şey bunalıp nefes almasını zorlaştıracak kadar büyüyordu. anlamadığı bir şekilde, algıladığı gerçeklikte sorunlar vardı. kendini küçücük hissederken yerinden doğruldu. sendelemesiyle ona yapışan sevgilisini koltuğa geri itip onlara beklemelerini söyleyerek odadan çıkmıştı.

jisung diğer koltukta oturan arkadaşının şaşkın bir ifadeyle gözlerini karşısına diktiğini görünce daha da gerildiğini hissetti. ortada onun anlamadığı bir şeyler dönerken changbin dolmaya başlayan gözleriyle ona dönmüş, "lee minho, benim sevgilim lee felix'in kardeşi mi?" diye sormuştu.

jisung sevgilisi hakkındaki en değerli bilgiyi bilmemenin verdiği anlaşılmaz hislerle arkadaşına bakarken minho balkondaydı. balkonun demirlerine tutunmuştu ve ister istemez aşağı bakıyordu. gözlerinin önünde asla unutamadığı abisinin resmi vardı. cansız bedeni aşağıda kanlar içindeydi.

minho bir an için o güne geri dönmüş hissetti. changbin abisinden bahsettiği anda sanki abisi bu demirlerin kenarındaymış gibi koşmuştu, şimdi de sanki abisi sekiz kat aşağıdaymış gibi aşağı koşmak istiyordu. parçalanan o vücudu göreceğini bilse de koşmak istiyordu. abisine çok geç kalmışken acele ediyordu ama bir faydası yoktu.

derin nefesler alarak gözlerini baktığı yoldan çekti ve gökyüzüne çevirdi. abisi artık orada değildi, gökyüzüne süzüleli yıllar olmuştu ve minho'nun koşuşturmaları hiçbir zaman işe yaramamıştı. sevgilisi ve arkadaşının oturma odasında oturduğu o ana geri dönmesi gerekiyordu. 18 yaşındaki o küçük çocuk olmadığını hatırlaması gerekiyordu. ne yapması gerektiğini bilse de bunu yapmak çok zordu.

bakışlarını sevgilisini tanıdığı o pencereye çevirdiğinde gözlerini birkaç kez karpıştırıp görüşünü netleştirmesi gerekti. ona dil çıkarıp bağırarak şarkı söyleyen çocuğu aklına getirdi ve biraz sonra da o çocuğun içeride onu beklediğini hatırladı.

abisi için hiçbir şey yapamamıştı ve abisi gibi yaralı bir çocuk bulup ona kendini adamıştı.

bu düşünce aniden aklına geldiğinde, ne yaptığını yeni yeni kavrayarak kendine şaşırdı. jisung'a neden bu kadar bağlı olduğunu, doğrusu bağımlı olduğunu şimdi anlıyordu. yine de bu farkındalık bir şey değiştirmedi. o an birkaç dakika öncesinden çok daha muhtaç hissetti. jisung'un sevgisine ve ilgisine, abisininkine olduğu kadar çok ihtiyacı vardı.

adımlarını önce yatak odasına sürükledi ve abisinin son isteğini yerine getirmek üzere aldığı zarfla oturma odasına geri döndü. başlarını yere eğmiş olan gençleri gördüğünde boğazını temizleyerek eski yerine oturdu. kendini sakinleştirmeyi o an için başarmıştı ama yine de zarfı karşısındaki adama uzatırken titreyen ellerini durduramadı.

"lee felix, benim abim ve bu zarf sana ait. benden başka kimse okumadı."

minho o zarfı evi terk etmek için hazırlanırken bulmuştu. abisinin gidişinin üzerinden bir hafta geçmişti ve minho, ilk defa onun yatağına oturmaya cesaret edebilmişti. abisinin sarıya boyattığı saçlarının yastığın üzerinde dağılışını hayal etmiş ve yastığı okşamaya başlamıştı. abisinin yanına kıvrıldığı gibi yatağın bir ucuna kıvrıldıktan sonra yastığı kucağına çekerek sımsıkı sarıldı. yüzündeki yaşlar yastığı ıslatırken o kollarını daha da sıkılaştırmış ve yastıkta abisinin kokusunu aramaya başlamıştı, ama o koku çoktan uçup gitmişti.

09:45, minsung ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin