dördüncü bölüm

3.2K 492 103
                                    

saat 09:45; panic! at the dorm...

o sabah jisung yüzüne vuran güneş ışığıyla uyandı. gözlerini açmaya çalıştığında başına şiddetli bir ağrı saplanmıştı. sabah ya da akşam fark etmeksizin, ışığa karşı hep duyarlı olmuştu. başka bir cumartesi günü bu kadar erken uyansa, huysuzlukla söylenir ve bütün gününü kötü geçirirdi fakat son zamanlarda kendini uzun süredir olmadığı kadar enerjik hissediyordu.

dün gece son zamanlarda neden sık sık camını kapatmadan uyuduğunu ve bu ilgi hastalığının sonunu düşündü. adından başka bir şey bilmediği bir adama, ona hediyeler almasını sağlayacak kadar açmış mıydı kendini? bunu nasıl yapabilmişti?

bunları zaten uzun uzun düşündüğünden yeni bir baş ağrısı yaratmak yerine sabah rutinini tamamlamak üzere yatağından çıktı. bunu yaparken müzik kutusundan rasgele bir şarkıyı oldukça yüksek sesli açacak ve muhtemelen uyuyor olan pek çok çocuğu rahatsız etmekten zevk alacaktı.

dişlerini fırçalayıp bir yandan müzikle dans ederken kendini eskisi gibi hissetmekten memnun oldu. kafasının içinde sürekli şüpheler ve sorular olmadığı zamanı hem özlemiş, hem de hayatının yavaş yavaş değişiyor olduğunu sezdiği için heyecanlanmıştı.

yine de her insanın içinde bilinmezliğe karşı bir korku vardır. bilmediği hislerden, hatta birkaç ay sonra ilk kez tadacak olduğu özgürlükten de korkuyordu. bir başkası için bu hisler çok hoş olsa da.

nakarat gelirken ağzını hızlıca temizledi ve banyodan çıkıp odasının ortasına adeta uçtu. hala elinde olan fırçayı bir mikrofon gibi tutuyor ve çatlak sesini kontrol etmeye çalışmadan şarkıya eşlik ediyordu.

i dont trust anything
or anyone, below the sun
and i dont feel anything
at all

bir zamanlar bu şarkıyı dinlerken aynen kendi gibi hissediyordu. dinlediği şarkıların sözleri her zaman çok önemliydi, onu anlatmalıydı. şimdi bu şarkıyı dinlerken sadece kendini melodiye kaptırıyor ve ağzından ne çıktığını umursamıyordu. eğer umursarsa, içinde olduğu değişimden ve kendisinden de korkmaya başlayacaktı bu kez.

mutlu hissettiği için bazen aptal olduğunu düşünüyordu. "aptal, sen yetiştirme yurdunda büyümüş ve bulunduğu şehirde bildiği tek yer okulu ile yurdu olan bir çocuksun, mutlu olmak için neyin var?" diye kavga ederdi kendiyle. neyi vardı? pek çok şeyi yoktu ama neyi vardı? sonra çok büyük bir şey olmasına gerek yokmuş demek ki diyor, fark ediyordu; yoldan geçen bir kedi bacağına sürtünüp miyavlasa da yüzü gülen o değil miydi? gerek yoktu işte mutlu olmak için büyük şeylere.

im king of the clouds, of the clouds
i get lifted, i get lifted
king of the clouds, of the clouds
i get lifted, i get lifted

üzerinde hissettiği bakışlarla arkasına döndüğünde daha önce bu kadar utanıp utanmadığını tartmaya başladı içinde. daha sonra utanmaktan ziyade korkması gerektiğini fark etti. kapısında dikilmiş kendisine dik dik bakan müdüre büyük ihtimalle ona vereceği cezayı çoktan seçmişti. jisung müziği kapattığında onu odasına çağırmış ve kapıyı çarparak çıkmıştı.

jisung arkasını dönüp yüzünde komik bir ifadeyle onu mezelerken bir başka karafta yeniden izlendiğini fark etti. yüzü utancıyla kızarırken bir süre ona acımazsızca gülen minho'ya kötü bakışlar atmış ve perdesini hızlıca çekip yatağına oturmuştu. biraz sonra kendisi de gülmeye başladığında kendini geriye attı ve yüzündeki mutluluğun silinmesini istemediğine karar verdi. içindeki başka biri aptal olduğunu ona söylemeye devam etse de.

yattığı anda kalkması bir olmuş, kapısı çalındığında bu günün de diğer huzursuz günlerden farkı olmadığını geçirmişti içinden. huysuzdu ve alacağı cezadan sonra mutsuz da olacaktı büyük bir ihtimal. üstüne bir de utançtan kıpkırmızıydı.

müdüre hanımın odasına giderken ne ceza alacağını kafasında tartıyor, temizlik gibi işler aklına geldiğinde burun kıvırıyordu. şarkı dinlemenin neden bir cezası olduğunu düşünüp o yaşlı kadın hakkında söylenmeye başladı bu kez. olayları ciddiye alıp yalvarmaya başlamasıysa müzik kutusuna el konulacağını duymasıyla birlikte başlamıştı.

bir kedi olsaydı tüyleri kabarmış bir vaziyette kadının üzerine atlamaya hazır olurdu ama o henüz 17 yaşında bir çocuktu, tek arkadaşı müzikler ve kitapları olan 17 yaşında bir çocuk. yalnızlıktan kafayı yememek adına tutunduğu iki şeyden biri alınırsa düşeceği boşluğu düşünmek istemiyordu. bu kez aslında sapık olduğunu düşünmesi gereken, ama güzel yüzü yüzünden ona giydireceği tüm kötü sıfatlardan sıyrılan komşusu da kurtaramazdı onu.

müdüre hanıma hiç olmadığı kadar saygılı bir şekilde, ellerini ceplerinden de çıkarmıştı üstelik, kendini anlatmaya çalışırken çalan telefonla susmak zorunda kaldı. zamanlamasının mükemmel olduğunu mırıldanırken karşısındaki kadından aldığı bakışlarla tüm sözlerini yutmuş, gözlerini çok kez girdiği ve ezberlediği odada bir farklılık aramak için gezdirmeye başlamıştı.

on senedir hiçbir fark yoktu.

müdüre hanımın boğazını temizleyişiyle konuşmaya hazır bir şekilde ona döndüğünde, kadının gözlerinde sık sık şahit olmadığı bir bakışla karşılaştı. sert bakışların yerini cam gibi parlayan gözler almıştı. konuşsa camlar kırılacak gibiydi bu yüzden yeniden sustu. kadın kendini zorlukla toparlayıp ona çıkmasını söylediğinde şaşkınlığı arttı.

"peki ya müzik kutum?"

"odanda duruyor ya, bana ne soruyorsun? git istediğin kadar dinle."

jisung çıkıp kapıyı kapattığında birkaç saniye yaşananları sindirmek için bekledi. odasına giderken kadının zayıf bir anından faydalanıp üstüne gitmemeyi, sessiz sessiz müzik dinlemeyi düşünüyordu ama yaptığı bunun tam tersiydi. kimse açamasın diye kapısını kilitledikten sonra şarkıyı kaldığı yerden açmış, sesi sona getirmiş ve kutuyu camın hemen önüne koymadan önce dışarıya doğru yüksek bir ıslık çalmıştı. birkaç saniye sonra kaşlarını çatıp dışarı çıkan minho'ya dil çıkartarak karşılık verdi.

minho'nun yurtta neler döndüğüyle ilgili hiçbir fikri yoktu, biraz sonra yurttan ayrılan asık suratlı müdüreyle beraber merakı artsa da onun için öğrenmenin bir yolu da yoktu. bu yüzden onları gözetlemesinden korktukları kimse yokken küçüğüyle eğlenmeye karar verdi.

jisung'un diş fırçasının yerini eli almıştı, minho'nun sırası geldiğinde elini camdan ona doğru uzatıyor ve söylemesini bekliyordu. ilk seferinde istediğini alamayıp surat astığında, minho her ne kadar bunu sevimli bulsa da gülümsemenin ona daha çok yakıştığını düşündü. yeniden sıra ona geldiğinde balkonun demirlerinden eğilerek bağırmıştı:

"I'M KING OF THE CLOUDS"

öyle ki jisung sesinin ne kadar güzel olduğunu keşfetmiş ve komşusu hakkında önemli olduğunu düşündüğü bir ayrıntıyı daha aklına kazımıştı.

09:45, minsung ✔Where stories live. Discover now