Rüya

142 20 0
                                    

Telefonu titredi. Açtığında Gin'den bir mesaj aldığını gördü.

Antrenmana gelmeyecek misin?

Dövüş antrenmanını kaçırmıştı. Gin'e birazdan geleceğini yazdı, telefonu kapatıp hızla ofisine indi. Mafya'nın giymesini istediği resmi kıyafetler yerine içinde hareket etmesi daha kolay kıyafetler giydi. Sonra hızlıca antrenman odasına indi.

Gin, içeride bir duvara yaslanmış, bıçağını inceleyerek bekliyordu. Biraz yanında iki adam daha vardı. Onlar Dazai'nin astlarıydı ve Akutagawa'ya bağlıydılar. Muhtemelen antrenman için gelmişlerdi ama önceliği kızlara bırakmışlardı.

Yumiko içeri girdiğinde etrafa bakındı. Boş bir oda... İçinde bakıp incelemeye değer hiçbir şey yok. Çünkü tam anlamıyla boş. Daha rahat hareket etmek için özellikle boş bırakılmıştı. Çeşitli engellerle dolu odalar da mevcuttu ama burada çalışmak daha rahattı.

Gin ve Yumiko birbirlerine doğru yürüdüler. Gin pek konuşmazdı bu yüzden onun hareketlerini okumak gerekirdi. Zaten pek konuşmalarını gerektirecek bir eylem yaptıkları söylenemezdi. Yumiko da onun hareketlerinden niyetinin ne olduğunu anlamayı öğrenmişti. Gözlerinden hazır olup olmadığını sorduğunu anladı. Bu yüzden Yumiko pozisyon aldı. İki kız, birkaç saniye sonra birbirlerine atladılar.

İkisi de birbirlerinin hamlelerinden kaçıyor ve ellerindeli plastik bıçaklarla -zarar vermemek adına- atak yapıyorlardı. İkisi de her ne kadar iyi olurlarsa olsunlar, Gin'in dövüş sanatlarına doğuştan gelen özel bir yatkınlığı var gibiydi. Bu yüzden Yumiko'yu sürekli sıkıştırıyordu. Turları genel olarak Gin'in, Yumiko'nun boğazına bıçağı dayamasıyla bitiyordu.

Bir ara Yumiko kontrolü eline aldı ve Gin'in açıklarını yakalayarak ona daha sık saldırmaya başladı. Keyiflenmişti. Gin de zor duruma düşüyordu ama başka bir açık bularak kaçmayı başarıyordu.

Yumiko kıvama gelmişken kulağına ulaşan bazı laflar duydu.

"Onun eline düşmek istemezdim."

"Ben hiç görmedim ama işkence yaparken daha da vahşi birisi oluyormuş."

"Dazai-san kesinlikle mafya olmak için doğmuş."

"Mori-san, Dazai-san'ın düşmanı olmanın en kötü yanı Dazai-san'ın düşmanı olduğunu söylüyor."

Daha önce Dazai ile ilgili konuşmaların bu kadar dikkatini çekmediğini düşündü. Üstelik bu adamlar neyden bahsediyordu böyle? İşkence ederken daha vahşi biri... Gözlerine bakmak zaten oldukça ürkütücü. Peki onun eline düşmek nasıl olurdu?

Bu düşüncelerden sıyrılıp kendine gelmesinin sebebi kendini tam kontrolü eline almış olmasına rağmen sırt üstü yerde yatıp Gin'in, kucağına oturmuş, bıçağını Yumiko'nun boğazına dayamış halde bulması oldu. Bir anlığına konuşmayı dinlemişti ve odağını kaybetmişti. Sonuç olarak turu kaybetmişti. Nefes nefese ve kan ter içinde kalmıştı. Gin de ondan aşağı değildi. Ayağa kalktı ve Yumiko'nun da kalkmasına yardım etti. Üstlerini silkelediler. Gin tokalaşmak için elini uzattı.

"İyi bir gündü."

İşte Yumiko'nun Gin'den kendisiyle kurduğu ilk cümle. Şaşırdı ve panikle tokalaşmak için elini uzattı. Sesi ne kadar da tatlıydı. Bu, Gin'in yüzündeki maskeyi de indirip yüzünü görmek istemesine sebep oldu. Ama tabii ki bunu yapamazdı.

Sonra arkasını döndü ve odadan çıktı. Yumiko öylece kalmıştı. Diğer adamlar ona gitmesi için bakıyorlardı. Yumiko mesajı alır almaz kendini odadan dışarı attı. Tekrar ofisine çıktı. Bu odayı ne kadar da sık kullanır oldu. Kendini tekrar koltuğun üstüne bıraktı ve bir kolunu gözlerinin üstüne koydu. Biraz önceki antrenman kafasını toparlamasına yardımcı oldu. Zihni açılmıştı ve ağlama hissi yavaşça kaybolmuştu. Neredeyse gülümsemişti bile. Dazai'yi unuttu, bu sabah yaşadıklarını unuttu, mafyayı unuttu. Üzerine hoş bir yorgunluk çöktü ve kendini rüyaların arasına bıraktı.

Etrafına baktığında eskiden, yani Koyunlar'la birlikteyken kaldıkları yerdeydi. Bütün çocuklar o kutsal sayılan akşam yemeğine oturmuştu. Hep bir ağızdan "İtadakimasu!" diye bağırdılar ve hapır hupur yemeklerine gömüldüler. Hepsi Yumiko'ya teşekkür ediyordu. Herkes mutluydu. Herkes neşeliydi. Silahları bir kenara bırakmışlardı ve ortamda aile akşam yemeklerini andıran hoş bir atmosfer vardı. Herkes barış içindeydi. Yalnız bir kişi hariç: Yumiko'nun abisi Fukui...

Kimse adını bilmiyor ve Yumiko da kimseye söylemiyordu. Hal böyle olunca herkes ona soy ismiyle hitap ediyordu. Sofrada tam Yumiko'nun yanında oturuyordu ve delici bakışlarını ona doğrultmaktan çekinmiyordu. Yumiko'yu kıskandığından dolayı değildi. Sadece Yumiko'nun üzerinde bir egemenlik kurmaya ve onu kontrol etmeye çalışıyordu.

Birden her şey yok oldu. Kavurucu güneşin altında Yumiko, Chuuya ve Fukui vardı. Önlerinde tren rayları seriliydi ve trenin uzaktan sesi duyuluyordu. Chuuya ve Fukui birbirlerine bağırıyorlardı. Kavga kızışmıştı. Yumiko ikisine de bağırıyordu. İki oğlan birbirlerinin yakasına yapıştığında Yumiko aralarına girdi. Tren çok yaklaşmıştı ve abisini ittiğinde her şey için artık çok geçti. Genç oğlan kendini rayların üstünde buldu ve gördüğü son şey burnunun dibindeki trendi...

Yumiko bir anda koltuktan düştü ve uyandı. Gözleri yine yaşarmıştı. Bu rüyayı defalarca görmekten sıkılmıştı. Odada ne bulursa etrafa fırlattı. Bıçağını çıkardı ve defalarca masaya sapladı. Koltuğunu parçaladı. Boğazını yırta yırta abisinin onu rahat bırakması için bağırdı. Kendini parçaladı. Yorgundu. Yıllarca bu rüyayı görmesi alışmasını sağlamıyordu. Her defasında içindeki yarayı kanatıyor ve acıtıyordu. Her zaman onun yerine Chuuya'yı itmiş olmayı diledi ama yaptığı hiçbir şey abisini geri getirmeyecekti. Hiçbir zaman onun kokusunu tekrar içine çekemeyecekti. Hiçbir zaman adını onun ağızından duyamayacak ve hiçbir zaman ona itaat etmesini duyamayacaktı. Hiçbir zaman oturup kaybettikleri aileleri için ağlayamayacaklardı. Bunların hepsiyle baş başa kalmıştı ve bundaki en büyük etken yine kendisiydi.

Sakinleştikten sonra kıyafetlerini aldı ve mafya binasından çıktı. Başka bir şeyler yapması gerekliydi. Limana gitmeye karar verdi. Elindekileri bırakmadan yürüyerek gitti ve sahil havasını ciğerlerine doldurdu. Gümüş ayın suda oluşturduğu mehtabı seyretti. Soğuk rüzgarın iliklerine işlemesine izin verdi. Kendini bıraktı. Ortam ona hakim olmuştu. Soğuktan eklemleri uyuşmaya başladı. Bunu hissedince ayağa kalktı. Dairesine gitmek şu an oldukça zahmetliydi. Yakınlardaki bir otele gitmeye karar verdi. Bunun için yola çıktı.

Orta kalitede bir otel buldu ve içeri girdi. Dağılmış makyajını gören resepsiyonist kız iyi olup olmadığını sorduğunda cevapsız kaldı. Çünkü kendisi de bilmiyordu. Anahtarı aldı ve kendisi için ayrılmış odaya gitti. Kendini duşa attı. Çıktığında giyinmeden, çırılçıplak yatağın içine girdi. Sıcak duş iyi gelmişti ve şimdi vücudunun her santiminde yumuşak çarşaflara sarılmıştı. Uykusu yoktu ama uyumak istiyordu. Baş ucundaki ufak abajuru kapattı ve gözlerini tavana dikti.

Gözlerinin önüne gelen yüz, Dazai'ye aitti. Küfretti. Şu an aklına gelen son kişi olmalıydı. Ama düşündükçe kalbinde bir heyecan oluşuyordu. İşaret parmağını dudaklarına götürdü. Gerçekten onu öpmüş müydü? Bu çok garip bir histi. Hem rahatsız edici hem de heyecan verici. Hoşuna gitmediğini söylemek yalan olurdu. O halde bu sabah tuvalette yaptığı nedendi? Hatırlamadığı için mi üzgündü, ilk öpücüğünü Dazai'ye kaptırdığı için mi, yoksa kullanılmış hissettiği için mi üzgündü? Kafası karışmıştı. Üstelik bugün o adamların söyledikleri... Böyle biriyle birlikte olmak istediğinden emin değildi.

Birlikte olmak düşüncesiyle yanaklarında bir ısı oluştu. Her ne kadar mafya üyesi de olsa o, 17 yaşında bir kız... Genç kız heyecanı içinde bir yerlerde yatıyor. Utancı tüm bedenini sardı ve kendini rahasız hissettiği için yan dönüp yatakta büzüştü. Uyumak istiyordu, bunun için tanrıya yalvardı ama tanrı onu saran bu utanç duygusuyla yüzleşmesini tercih etmiş gibiydi. Yumiko, kendiyle baş başa kalmıştı. Ama artık uyku onu usulca kucaklıyordu. Yavaş yavaş gözleri kapandı. Son düşündüğü Dazai olmuştu. Bu yüzden onunla ilgili rüyalar görmesi kaçınılmazdı.

Miss Wanna DieWhere stories live. Discover now