4. Bölüm

408 26 64
                                    

Sabah erken kalkıp herkesten önce kahvaltısını etmişti. Şimdi onlar yemek yerken ikinci çayını içiyordu ve düşünüyordu. Osmanlı İmparatorluğu hayatının son yıllarını düşünüyordu. Oğluna yıkık bir ülke bıraktığını. Oğlu da buraya gelecek diye ne çok korkmuştu! Dünyanın en güçlü devletlerine karşı savaşıyordu ne de olsa. Ama oğlu yenilmemişti. Onun yerine Yunan Krallığı gelince çok sevinmişti.

Çok sevinmişti ama yine de buruk bir sevinçti. Bütün bunların onun hatası olduğu düşüncesini kafasından atamıyordu. Öyleydi çünkü. Her şeyi çok geç fark etmişti. Kendi kendini yok etmişti. Babasından ders alamamıştı. Kibirinin bedelini oğlu ödemişti. Yaptığı ve yapılmasına izin verdiği hatalar ve aptallıklar aklına geldikçe kahroluyordu. Aslında aklından hiç çıkmıyorlardı.

Yirmi dakikadır çayına baktığını fark etti. Başkaları da fark etmiş olacak ki omzuna bir el dokundu. Arkasına dönünce ablası Kırım Hanlığını gördü.

"İyi misin? Yarım saattir çayla bakışıyorsun? "

Gülümsemeye çalıştı.

"İyiym sen merak etme. Dalmışım."

Kardeşi kül yutmazdı. İçini çekip yanına oturdu.

"Kendini suçlamayı bırak. Bu sadece sana zarar veriyor artık."

"Ablam kendimi suçlamıyorum. Olanlar gerçekten benim suçum."

"..."

"İyiym ben, merak etme."

Soğumuş çayını bir dikişte içti, Yemek salonundan çıktı. Çıkarken Kırım Hanlığının ona attığı üzgün bakışı, Yunan Krallığının düşmanca bakışını ve Alman İmparatorluğunun soran gözlerini fark etmemiş gibi davrandı.

Odasına gitti, Balkona çıktı. Balkon büyük bir kıra bakıyordu, karşıda belli belirsiz dağlar görünüyordu. Balkonun kenarına gitti, kanatlarını açtı. Kardeşininki gibi altın renkli kanatları parıl parıl parlıyordu. Dümdüz karşıya uçtu. Dağlara kadar uçmayacaktı, kırın içlerinde kendi yaptığı bir çiçek bahçesi vardı. Onlarla ilgilenip kafasını dağıtacaktı. Hem belki de bahçenin yanından akan nehir bu sefer o kadar da soğuk olmazdı.

......

Geri döndüğünde güneş batıyordu. Bu saatte genelde herkes odalarında olurdu. Çarlık ve o hariç. Britanya da bazen yürüyüşe çıkardı. Odasına çıkarken yolda en büyük oğlu ile karşılaştı. Araları pek iyi değildi. Bakıştılar. ikisi de konuşmadı. Böyle bir süre durduktan sonra oğlu arkasını dönüp gitti. Odasına gitmeden kütüphaneye uğradı. Burada şimdiye kadar yazılmış her kitap her dilde vardı. Orada daha çok tarih kitapları okurdu. Uykusu gelene kadar kitap okumayı düşündü, ama kitabına bir türlü odaklanamıyordu. Sabahki düşünceleri geri dönmüştü. Ve belki de milyonuncu kez düşündü:"Keşke bunu düzeltebilseydim..."

Sesli söylemişti.

Yarım saattir aynı sayfaya baktığını fark etti. Kitabını elinden bıraktı, orada kitap okuyan Lehistan-Litvanya Birliğine ( İlginç, hiç onu bu saatte burada görmemişti. Kardeşiyle kanka olduğunu öğrendiğinden beri onunla iyi geçinmeye çalışıyordu. Çok da zor değildi, Lehistan Litvanya efendi biriydi.) selam verdi ve çıktı.

Odasına giderken kendini çok yorgun hissetmeye başlamıştı. Kapıyı açtığında gözleri kapanıyordu. Kendini zorlukla yatağına attı. Gözleri kapanırken ellerinin beyazlaştığını fark etti. "Yarın beylik bayrağımlayım öyleyse" diye düşündü. Oldukça derin bir uykuya daldı.

...........



Birden uyandı. Çok tuhaf bir rüya görmüştü. Saat erkendi. Derin derin nefes alıyordu. Odanın kendi odası olmadığını fark edince dehşet içinde çevresine baktı. Odayı hatırlamıştı ama.... Ayağa kalktı, odada biraz dolaştı, eşyalara dokundu. Odadan çıkıp çıkmama konsunda kararsız kaldı. Yatağa oturdu. Sakinleşmeye çalıştı.

" Ne- nasıl?!"

Sesi kendi sesi değildi ama tanıdıktı. Genç birinin sesi gibi çıkıyordu.

"Osmanlı"

Gözü karşısındaki aynaya takıldı. Genç bir yüz ona korkmuş ve afallamış biçimde bakıyordu. Saçları kapkaraydı. Teni bembeyazdı ve yüzünün ortasında sarı bir işaret vardı. Bu olanı kavrayamıyordu. "Rüya görüyorum" diye düşündü. Kendisine bir tokat attı. Uyanmamıştı.

"Kendini paralama artık"

Masadaki kağıtları fark etti. Onları eline alıp tek tek okumaya başladı. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi durdu, yatağın altına baktı. Orada küçücük bir sandık vardı. Sandığı hızla çekti, içinden bir sürü kağıt çıkardı. Günlüğüydü onlar. Anılar kendinindi. El yazısı da kendinindi. Sandığı bırakıp kağıtlara geri döndü, sonuncusunun tarihine baktı.

"Sana ikinci bir şans verilecek"

760

"Bu şansı boşa harcama"

1359







Rastgele countryhumansWhere stories live. Discover now