18. Bölüm

62 2 6
                                    

Gecenin bir yarısı Steven Universe ve CH hakkında düşünürken bu ikisini karıştırdım ve ortaya böyle bir şey çıktı. Hadi bakalım.

(Bu hikayenin 2. Bölümü 1,5 senedir taslak olarak bekliyor)

Okumadan önce bir kaç şeyi belirmek istiyorum:

1- Ülkeler "taş" hallerinde eveneyinlerinin yanında belirerek doğmuş oluyor

2-Bu evrende füzyonlar sadece romantik partnerler arasında olmuyor, müttefik devletler arasında da olabiliyor. Ama ülkeleri çok daha güçlü yapsa da pek tercih edilmez, çünkü füzyonlaşan ülkeler birbirlerinin her düşüncesini ve neredeyse her sırrını öğreniyor.


....





O Bizansın çocuklarından biriydi. Pek kimse tanımazdı onu, göz önünde değildi. Adı Helen idi. Uğruna bir krallığın yıkıldığı Truvalı Helen gibi. Ama aslında onun adı halkı arasında Yunan demekti. Bizans ona bu adı uygun görmüştü, kimliğini ilan eder gibi.

Büyük kardeşleri Artemisia ile Aleksandros her zaman babalarının ilgi odağı olmuştu. Belki de ortalama bir öğrenci olduğundandı, hepsi aynı eğitimleri almıştı, o sadece babasının kişide yetenek olarak çok da önem vermediği sanatsal derslerde çok başarılı olmuştu. Şarkı söylemeyi severdi, sesi de çok güzeldi.

Ne yaptığı çok da önemsenmediginden babasının topraklarında istediği gibi dolaşır, sınırlara kadar giderdi. Tabi ülkekişi olduğu için pek de halkın arasına karışmaya çalışmazdı, zaten sakin, kimsenin olmadığı yerleri daha çok seviyordu. (Çünkü evdeki gürültü ona yetiyordu) Sınırlara kadar gitme nedeni de buydu.

Alaz ile de böyle tanışmıştı zaten.

....

Selçuklunun çocuklarından, Bizans'in deyimi ile "eniklerinden" biriydi o. 15 kardeşin (Aslında sanırdı ki 21 ama...diğerleri ölmüştü, kaç kişilerdi hatırlamıyordu) ikinci en küçüğü idi. Eğer taht için sıra bekleyen bir prens olsaydı 10. (Hatta belki 14.) sıradaki velihat olacaktı. "En azından babam bana güzel bir ad vermiş. Alaz. Ateş"

-Yangın-

Genelde ya demirhanede çalışır ya da talimle uçmakla zaman öldürürdü. Eğitim alıyordu almasına fakat onun eğitimine en yaşlı kardeşlerininkine verdikleri kadar değer verdikleri söylenemezdi. Her fırsatta uçmaya gider, daha hızlı, daha uzun uçmaya çalışırdı.

Helen ile ilk karşılaştığında yere uzanmış dinleniyordu. Kıyafetlerinin kirlenmesini umursamıyordu çünkü o yıkıyordu zaten. Onun adımlarını duyar duymaz kalkıp kılıcını ona doğrultmuştu.

"Sen burada ne yapıyorsun?! Indir o kılıcı, sana saldıracak değilim!"

Alaz onu şöyle bir süzdü.

"Asıl sen ne yapıyorsun burada?! Sınırı geçtiğinin farkında değil misin?"

"Hayır, bu iftirayı kabul etmiyorum!"

"Ilk sen aynısını bana demedin mi?!"

"Bizans'ın sınırının i...'den başladığını cümle alem biliyor! Sen ne hakla bana ders vermeye kalkıyorsun!"

"I...mi? Güldürme beni!"

Onların bağıntısını duyan bir sınır devriyesi oraya gelmişti.

"Kesin. Ikinizde sınırı geçmediniz."

"..."

"..."

Bu ormanda sınır olarak belirlenen hayali çizgi tam da ikisinin ortasından geçiyordu.

"....Selçuklu babam buraya devriye yollamazdı?"

"Şartlar bunu gerektidi. Sizin düşmanla muhatap olduğunuzu bilirse hoş karşılamaz."

Iç açıcı bir tanışma değildi, birbirlerine ısınmaları zaman almıştı. Fakat ikisi de evebeyinlerinin düşmanlığını bir kenara bırakınca hemen dost olmuşlardı. Ne de olsa ikisi de beklediği ilgiyi ve sevgiyi görmeyen yanlız gençlerdi. Hep orada, o çizginin iki tarafında buluşur olmuşlardı.




......






....."Babam varlığımın pek de farkında değil. Onun için o yıkıldığında yerini alacak 15 varisten biriyim sadece. Pek de bir önemim yok. Fark edeceğini sanmıyorum."

Alaz daha dik oturdu.

"Kardeşlerime gelirsek...birlikte yaşamak zorunda olduğumuz gelecekteki rakiplerden fazlası değiliz birbirimizin gözünde. Ablam hariç. Ama o gitti, artık bizimle yaşamıyor."

Helen duraksadı. Düşünüyordu.

"...Benimkinin de beni çok umursadığı söylenemez. Bana fazlalık gözü ile bakıyor denebilir."

"Abim epey kibirlidir. Kendisi dedeme özeniyor, babamda bile bu kadar hayranlık yok dedeme karşı. Ablam kendi halindedir. Bana hiç kötü davranmadı ama abimin hareketlerinden de korumadı."

Alaz doğruldu.

"Abin sana ciddi bir şey yaptı mı hiç?"

"Hayır. Arada iterdi ama genelde sadece zehirli sözler sarf ederdi."

Alaz bu cevapla tatmin olmamış olsa da zorlamamaya karar verdi.

"...Desene durumlarınız aynı!"

Ufak bir kahkaha patlattı. Helen de kızarıp onla birlikte güldü.

Ilk birleşimleri de böyle bir anda, kazayla gerçekleşmişti. Hemen ayrılmışlardı, Alaz utana sıkıla kaçarcasına uzaklaşmıştı. Ikisi de aslında bundan çok da rahatsız olmadıklarını fark ettiklerinde her buluşmalarında füzyon olmaya başlamışlardı. Bu füzyon ikisinden de uzundu. Bayrağının rengi Helenin derisinin rengi gibi kırmızıydı, ama üstünde 4 tane ilginç, sarı renkli sembol vardı. Koyu Kumral upuzun saçları vardı, yeşil-mavi gözlüydü. Yavaş yavaş alıştılar füzyona.

Alaz kurulur kurulmaz Helen saraydan kaçtı. Onu asla bulamadılar. Fakat onun yerine savaşta onlara bir şekilde tanıdık gelen biri ile karşılaştılar. Bu kişinin bir adı yoktu. Sadece devlet adını kullanıyordu.

Osmanlı Devleti.

Rastgele countryhumansWhere stories live. Discover now