11.Bölüm

199 20 8
                                    

İkisi çayırda yalnız başlarına oturuyordu. Güneş batmaya yüz tutmuştu. Sessizlerdi. Koyu kumral  örgülü saçlı küçük çocuk, kardeşinin yanında oturuyordu. Düşünceli görünüyordu. Kardeşi yarın buradan ayrılacaktı. Kıtlık gelmişti ve bu kadar çok insana yetecek yer yoktu. Bu yüzden ailenin bir bölümü yanlarına halklarını alıp batıya göç etmeye karar vermişti. Yani aslında yöneticileri karar vermişti ve onlar da bunu onaylamıştı, her ne kadar istemeseler de. Yanındaki küçük kız yere bakıyordu. Kafasını kaldırdı, yeşil gözlerini kardeşinin kehribar rengi gözlerine kenetledi.

"Eee? Böyle üzgün üzgün oturacak mıyız?"

"Gitmeni istemiyorum, bir daha oyun oynayamayacak mıyız?"

"Bir süre kardeşin var, onlarla oynarsın!"

Kız da üzgündü aslında. O da gitmek istemiyordu. Ama öyle oturup hüngür hüngür ağlayacak değildi. Değil miydi?

Çocuk ablasına sarıldı. Aslında ablası değil kuzeniydi ama çok yakınlardı, kardeş sayılırlardı. 

"Seni uçuramadım bile."

Çocuğun sırtında gökdoğanın kanatlarını andıran büyük kanatlar vardı. Henüz uçuş tüylerinin tamamı çıkmamıştı. Kız hafif güldü.

"Kendin uçamıyorsun daha! Çok küçüksün!"

Çocuk hafif kızgınlıkla ona baktı.

"Küçük değilim bir kere! Hem uçabiliyorum! Sen giderken atınla yarışacağım!"

Kız kahkaha attı.

"Olur, yarışırsın!"

Yine sessizleştiler. Artık güneş bayağı aşağıdaydı. Rüzgar çıkmıştı. Kız kalkmaya yeltendi.

"Hadi artık gidelim."

Çocuk ablasını kanatlarıyla sardı. Daha sıkı sarıldı. Gözleri yaşlıydı. 

"Beni unutmazsın değil mi?"

"Seni hiç unutmayacağım! Sen de beni unutma!"

Sarıldılar birbirlerine. Kız oğlanı ittirdi. Sonra cebinden ufacık, metal bir şey çıkardı. 

"Bunu annem yapmıştı. Al senin olsun."

Çocuk heycanla o metal şeyi aldı. Çok detaylı yapılmamış ufacık bir kurttu bu. Gözleri büyüdü. Kız bunu çok seviyordu, nasıl ona vermişti?! O da kıza bir şey vermek istiyordu. Ne olabilirdi? Aklına bir fikir geldi. Kanatlarını açtı ve en güzel, en büyük gördüğü tüye asıldı. 

"NİYE KANATLARINI YOLUYORSUN!"

Çocuğun kafasına vurmuştu.

Çocuk her nasılsa o tüyü tek parça koparmayı başarmıştı. Eline bir kaç tüy daha gelmişti. Tüyü kıza uzattı.

"Bu da senin olsun! Hem beni böyle asla unutmazsın!"

Kız tüyü aldı. Dikkatle tuttu. Güneş tamamen batmıştı

"Hadi gidelim, bizi arıyorlardır."

......

Kız ertesi gün ayrıldı. Doğan her gün kardeşlerine ondan gelen haberleri soruyordu. Okurdu kolye yapmıştı. Avrupa Hun'un yıkıldığını duyunca çok korkmuştu. Ama Bengü'nün ölmediği. kızı Elizabeta'nın da iyi olduğunu öğrenince çok mutlu oldu. Yavaş yavaş haberler seyrekleşti, en sonunda gelmez oldu. İkisinin de anıları unutuldu. Doğan onu tamamen unutmadı Çocuk büyüdü, babası ve amcası ile Orta Asya'dan ayrılıp Anadoluya geçti. Onunla yüzyıllardan sonra ilk kez savaş meydanında karşılaşacağını düşünmemişti.

Kız kalem yaptığı o tüyün nereden geldiğini unutmuştu.





Rastgele countryhumansWhere stories live. Discover now