bölüm 1 : tanrı ile aynı tahtta oturmak

2.9K 157 294
                                    

Avustralya / Melbourne

Mart ayının 17. günü, 2016

(İtalik yazı stilini kullandığım her kısım geçmişte yaşanan olayları anlatıyor olacağım, günümüzün yazı stili ise normal olacak.)

İki dudağımın arasında yerini edinmiş olan purom anbean tükenirken, karşımdaki masadan alamıyordum gözlerimi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

İki dudağımın arasında yerini edinmiş olan purom anbean tükenirken, karşımdaki masadan alamıyordum gözlerimi.

Dakikalar olmuştu, belki de saatler ama nafile. Ne yaparsam yapayım gözlerim önüne serilmiş bu güzel manzaraya bakmadan edemiyordum. Tanrı yeryüzündeki en güzel şeyi karşıma çıkarmış olmalıydı, veyahut uyanmak istemeyeceğim bir rüyadaydım.

"Bay Jeon." Yanıbaşımda ismim zikredilse de gözlerimi kilitlediğim yerden almadım uzun bir vakittir süregeldiği gibi. 

"Efendim herkes sizi bekliyor." Bu sefer diğerine nazaran daha kısık ve pürüzlü çıkmıştı ses, dediğine kulak asıldım. Hiç istemesem de bulunmakta olduğum masaya döndüm kısa bir süreliğine.

Ben dahil sekiz takım elbiseli adam gergin yüz ifadeleri ve iğneleyici bakışları eşliğinde dizilmişti yuvarlak masanın etrafında; hepsiyle zamanında bir şekilde muhattap olmuş ve beraber iş yapmıştım, bu bana onlarla planladığımız toplantının sonraki zamana ertelenebileceği konusunsa rahatlık vermişti.

"Jeon, neredeyse bir saat oluyor ama hiçbir kelime etmedin." diyerek lafa giren adam, ismini hatırlamaya tenezzül etmeyeceğim fakat yüzünü net hatırladığım eski ortaklarımdan biriydi. "Toplantıyı planlayanlardan birisin ve en çok konuşması gereken de sensin, ama bir saattir tek yaptığın karşı masamızdaki kızları kesmek."

Diğerleri de ona katıldığını belli edercesine mırıltılar çıkarırken puromu ağzımdan uzaklaştırmış ve umursamazca omuz sizlerken "Pekâlâ." demiştim cevap olarak. 

"Toplantı iptal, gidebilirsiniz." derken ne düşündükleri zerre umrumda değildi.

Karşımdaki masada oturan bu nefes kesici güzelliğe ayıracaktım tüm vaktimi.

Bakışlarım tekrar onun üzerinde gezinirken kaçıncı olduğunu sayamayacağım kez yutkunmuştum; ham bir altın misali parlayan uzun sarı saçları her birinin pozisyonu özenle seçilmişçesine dökülüyordu omuzlarına ve beline doğru, yan profilinden daha güzel görünen küçük burnu, büyük ve insanı baktıkça içine çeken kahverenginin en güzel tonundaki gözleri ve temas edebilmek için tüm servetimden vazgeçebileceğim parlatıcı ile süslemiş olduğu dudakları eşliğinde duruyordu karşımda, yanında ona eşlik eden üç kız arkadaşı da vardı.

Tanrı bir ressam olmalıydı, zira karşımda yeryüzünün en güzel tablosu durmaktaydı tam şu an.

"Bay Jeon," Kulağıma doğru yaklaşıp fısıldayan Polo sebebiyle irkilsem de bakışlarım milim oynamamıştı. "Efendim herkes çok sinirlendi bu olanlara karşı, bir sonraki toplantıya katiyyen gelmeyeceklerini söyleyenler oldu." Hiçbiri zerre umrumda değildi ve olmayacaktı da, şu an tek derdim karşımda duran bu tanrıçayla iletişime geçebilmekti.

10's Sinners || rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin