12

24 6 18
                                    


DENİZ


Art'la kol kola girmiş titreye tireye karanlık sokaklarda yürüyorduk.

"Deniz ben daha fazla dayanamayacağım." Art'ın homurdanmasıyla ona şöyle bir bakayım derken adam kolumdan çıktı ve hızla yolun kenarına geçip kusmaya başladı. İyi bari, en azından artık üstüme kusmuyordu.

Yanına gidip sırtını sıvazladım. "Tamam, geçti. Rahatladın mı biraz?"

Biraz uzaklaşıp yere çöktü. "Ben artık kaldıramıyorum, bu ne ya? Ölecektik az daha. Öleyim de kurtulayım yeter!"

Girdiği bunalıma hak verebilirdim... Ona başımın belası diye kızmak istiyordum ama sanırım buna hakkım yoktu çünkü şu durumda başımıza ne gelmişse benim sorumluluğumda olmuştu. Gerçi biraz düşününce... Daha bir hafta dolmadan büyük bir ajansın müdüründen ve çok zengin bir iş adamından teklif almıştım! Bu şans bana uğramazdı. Art'a bir bakış attım. Belki de Tanrı misafiri belanın yanında şans da getirmişti bana.

Onun yanına oturdum. Şimdi biraz teselli vaktiydi. "Hala yaşıyoruz. Sonuca odaklanalım biz."

Bana öfkeyle baktı.

"Tamam, tamam... Bak haklısın evet ama olan oldu sonuçta. Biz iyi yönlerine bakalım: Dedenle görüşme ayarladım sana! Bu da demek oluyor ki çok yakında artık ailenle buluşacaksın."

Onun gözlerine bakarken, yutkundum.

Evet, yakında ailesiyle buluşmasını sağlayacaktım. Eski düzenimize dönme şansımız o kadar da uzak değildi artık. Amerika'yı siktir edebilirdik, artık her gün mailleri kontrol etmek zorunda değildi. Sorunları onu dedesiyle görüştürerek ortadan kaldıracaktım ve bu iş burada bitecekti.

Evet, bitecekti.

Art bakışlarını kaldırıma çevirdi. Az önce ölümle burun buruna gelmenin korkusunu yaşıyordu hala. Yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. Elimi yine sırtına çıkarıp sıvazladım. "Hadi gel, bir market bulalım. Sana oreo ısmarlayacağım."

Yeniden yola koyulduk. Soğuktan, belki de korkudan titreye tireye yürüdük. Bulduğumuz ilk markete uğrayıp ona bir poşet dolusu oreo aldım. Sonra ana caddeye girdik. Paramı az önce bisküvilere harcamıştım. Mecburen eve otobüsle dönecektik.

Tüm maskaram gözlerimin altına dolmuştu. Berbat görünüyordum, Art'ın benden kalır yanı yoktu. Hem bu kadar şık hem de toz toprak içinde perişan bir görüntüde olmayı nasıl başarmıştık ya biz?

Art'ı toplu taşımaya binmeye ikna etmek için efor harcayamazdım. Bu yüzden araç gelir gelmez kolunu yakalayıp onu içeri çekiştirdim. Kartımı iki kez bastıktan sonra herkesin bakışı eşliğinde en arkada iki koltuğu gözüme kestirdim ve Art'ı cam kenarına oturtarak biraz olsun kalabalıktan korumayı amaç edindim.

Art kedi görmüş kuş gibi bakıyordu etrafa.

Sırıttım. Sonra başımdaki belalar aklıma gelince sırıtışım yüzümde dondu. Şakaklarımı ovuşturdum, düşünmem gerekiyordu. Bizi bu meselelerden kurtaracak bir plana ihtiyacım vardı.

*

ART

"İnanamıyorum ya, olacak iş değil!"

Ahmet'in öfkeyle kıpkırmızı suratını izlerken ona ayak bileklerimi gösterdim. İpler derimi çok fena tahriş etmişti. "Bizi böyle tam buradan bağlamışlar, tavana kuzu gibi astılar."

"Bu insanlığa yakışır mı ya!"

"Döner pişiriyorlar sanki döndük de döndük! Sonra gelip kafamıza-

TANRI MİSAFİRİWhere stories live. Discover now