ÇOBAN VE SÜRÜSÜ

44 8 19
                                    

24.12.2022

Çoban güneş doğmadan çok önce sürüsüyle birlikte dağın yolunu tuttu. Dağa geldiklerinde bütün sürüye bir nutuk çekti. Biraz dinden, biraz ibadetten, biraz da bereketten ve infaktan... Koyunlar pürdikkat çobanı dinliyordu. Çoban ise her sabah yaptığı gibi en az yarım saat koyunlara konuşuyordu.

"Sizi Allah bizim için yarattı. Hayvanlar Allah'ın sessiz kullarıdır. Çünkü; hayvanların sesi insanlardır. Eğer hayvanlar insanlara iyi davranır da Allah'a şükretmesine vesile olursa; hayvanlar, kulluk vazifesini yerine getirmiş olur. Sessiz de olsalar, unutmayın ki hayvanlar da Allah'ın kullarıdır. Bu nedenle sizler çayırlarda çok iyi beslenip, evde samana ihtiyaç duymayacak hale gelmelisiniz. Bana zarar ettirmemek için... Ve tabii kar etmem için de toynaklarınızdan geleni yapmalısınız..."

Çoban ellerini kaldırdı ve iki yana doğru yavaşça indirdi. Bu; bugünlük bu kadar konuşma kâfi, anlamına geliyordu. Koyunlar işareti alır almaz müthiş bir hızla yayılmaya başladılar. Çobanın dediklerine harfiyen uyuyorlardı. Ne de olsa çoban, Allah'ın sesli kuluydu. Maazallah onları şikayet ederse halleri nice olurdu. Böylece karınlarını davullaşıncaya dek besleniyorlardı. Öyle ki eve giderken şişkinlikten yürüyemez hale geliyorlardı.

Dahası koyunlar aralarında anlaşıyor, her doğum dönemi muhakkak yavruluyorlardı. Hatta "Bu dönemden sonra ben artık doğuramam." diyen yaşlı koyunu, koçlar dövmüştü. Zorla doğurtmuşlardı. "Senin yüzüne bizi Allah'a şikayet edecek olursa ne yaparız?" dediler, meleyerek. "Eğer bundan sonra doğurmak istemiyorsan adaklık istediklerinde veya Kurban Bayramı'nda koşarak öne çık. Bari bize böylece yardımcı ol."

Çoban bu işi çok sevmişti. Onlar çok hızlı ve iyi besleniyor, böylece ne vakit ne de para kaybettiriyorlardı. Güneş doğduktan bir müddet sonra geri eve dönüyorlardı. Evde sürekli dini kitaplar okuyordu. Okuduklarını koyunlara anlatarak hem ezberini kuvvetlendiriyor hem de koyunlardan büyük verim alıyordu. Her yıl sürünün sayısı en az iki katına çıkıyordu. Doğuramayacak hale gelenleri de adaklık ya da kurban olarak satıyordu.

Ölenleri ve kurban edilenlerin yenilmeyen etlerini vs. saklayıp peyderpey köpeklere veriyordu. Onlarca köpeği vardı. Kurtlara asla fırsat vermiyorlardı. Bununla alakalı onlarla konuşmuştu. "Bir an gaflete düşer de bir koyunumu kurtlara kaptırırsanız, bana ihanet etmiş olursunuz. Ben de sizi Allah'a şikayet ederim. Sonra da cehennemde uluya uluya yanarsınız." demişti. Bunun üzerine köpekler, koyunlar yayılırken bir an olsun gözlerini kırpmıyorlardı. Sadece çevreyi dinliyor ve izliyorlardı. Çobanın koyunlara ne anlattığını bile bilmiyorlardı..."

Bu büyük sürü kurtların iştahını kabartıyordu ama köpeklerden fırsat bulamıyorlardı koyunların her yayılmaya çıkmasında uzaktan öylece izliyorlardı. Tabii her seferinde çobanın konuşmalarını da dinliyorlardı. Bir müddet sonra koyunlar için değil, çobanın konuşmaları için gelmeye başladılar. Çobanın konuşmalarına bağımlı olmuşlardı.

Çobanı daha yakından dinlemek istiyorlardı. Aralarından en yaşlı olanı temsilci olarak göndermeyi kararlaştırdılar. Çobanın sohbetine daha yakından katılmayı talep edeceklerdi. Yaşlı kurt yarı yolda köpekler tarafından yakalandı. Biraz da tartaklandı. Yalvarmalarına dayanamayan köpekler, yaşlı kurdu çobanın huzuruna çıkarlar. Çoban uysal olmaları halinde sıkıntı olmayacağını söyledi. Kabul edildiklerine çok sevinen yaşlı kurt uluyarak diğerlerini çağırdı. Artık her gün kurtlar da çobanın sohbetlerine katılıyordu. Hatta gitgide koyunlar gibi davranmaya ve melemeye başladılar. Ot yiyor, ahırda koyunların yanı başında yatıyorlardı. Ete tövbe etmişlerdi. Çoban onların da sütlerini alıyor, yaşlılarını hayvanat bahçesine satıyordu.

Kurtlar resmen koyunlaşmışlardı. Diğer çobanlar; kurdu koyuna çeviren çobanın ürünü duydular. "Ne keramet varmış be bu adamda..." deyip, sürüleriyle birlikte tanışmaya geldiler. Çok uzun yollardan geldiklerinden her çoban bir hafta kadar keramet sahibi çobanın yanında kalıyordu. Onu dinleyenler, ona hayran kalıyordu. Böylece her gelen çoban sürüsünü ona bağışlandı. O da "Ben bunu kabul edemem." deyince; "Aman hocam öyle olur mu? Yalvarırız bu hediyelerimizi kabul buyurun." dediler. Ne ara hoca olduğunu kendisi bile anlayamamıştı. "Öyle olsun bakalım." dedi, kendi kendine... Hoca çoban, bir şartla kabul edebileceğini söyledi en son. "Burada kalıp sürüyü kendiniz güdeceksiniz." Bunu duyan diğer çobanlar; "Hay hay hocam. Size hizmet etmek lütuftur."

Çobanların tümü karın tokluğuna yanında çalışıyordu. Hoca çobanı dinlemek için her şeylerini vermeye hazırdırlar. Âdeta diğer çobanlar da Hoca Çobanın koyunu olmuşlardı...

Artık Hoca Çobanın ünü, kerametleri ülke çapında duyulmuştur.

Akşamları okuduklarını, sabah taraftarlarını anlatıyordu. Tabii biraz kendince çevirerek." Bu bildiklerim elbette önce bana hizmet etmeli..." diye düşünüyordu. Olanlara kendisi bile inanamıyordu. Çok geniş bir kitleye hitap etmeye başlamıştı. "Bu insanlar ne kadar aptal yahu... Gidip okumak varken, biri anlatsa da dinlesek derdindelermiş. Çok işime yarıyor ama inanılacak gibi değil. İlk emri "oku" olan kitaba inanıyorlar ama sürekli dinliyorlar. Ha bir de dinlediklerine inanıyorlar tabii... Çerçeveleyip, duvara astıkları Kuran'ı birisi indirip okuyunca hemen inanıyorlar. Hâlbuki okuduğunu iddia edenlerin çoğu iki sureyi ezbere bilmiyor. Eee bir milletin koyunu çok olursa; elbette cahil çobanları da olurdu..."

Ona inanmayanlar da vardı. Ama "Bana ne... Herkesin koyunu aman müridi kendine..." diyordu. Her şeye rağmen ona inananlar hızla artıyordu. Ve her şeyiyle ona hizmet ediyorlardı.

Siyasilerse gücünden faydalanmak ya da taraftarlarını karşılarına almamak için onunla iyi geçiniyorlardı. Hatta bazen övüyorlardı da... Böylece taraftarları daha hızlı artıyordu. Onun hakkında en ufak kötü söz eden siyasi yoktu. "Koyunlarını aman müritlerini karşımıza alamayız." diyorlardı.

Hoca Çoban çok güçlenmişti. Düşman devletlerin iştahını kabartır hale gelmişti. Ve bir gün onu satın aldılar. Hoca Çoban zaten cahildi. Daha sonra da satılmış oldu... Bir gün düşman devletlerin gazına geldi. Ona "Seni hükümdar yapacağız. Devletin olacak. Dediklerimizi yapmazsan da zindanlarda çürütürüz seni" diyerek asırlar öncesinin, yani Hoca Çobanın anlayacağı şekilde onu ikna etmişlerdi. En nihayetinde çoban ve koyunları ülkelerine ihanet ettiler.

"Olan oldu, Allah'tan başarısız oldular." dedi siyasetçinin biri. Ama ülke büyük yara almıştı. Başkanları "Nasıl oldu? Nasıl bunca insanı kandırabildi?" dedi. "Efendim" dedi ortalardan biri, "Taraftarlarını büyülemiş gibiydi." Başka bir siyasi; "Peki ama nasıl büyülendiler?" dedi.

Bir başka siyasi; "Bu adam çobandı değil mi? Onu sürekli, bilmeden, araştırmadan dinleyenler bir müddet sonra onun koyunu haline geldiler. Büyülenme dediğimiz bu. Kim olursa olsun; sürekli birine dinlerse koyunlaşır. Şerefsizin çoban olması da isabet olmuş."

"Tamam, olan oldu. Suçlu belli. Sorun da... Fakat asıl sorumlular biziz. Oy kaygısıyla az kalsın ülkeyi kaybediyorduk. Vatan sevgimizde bulmalıyız asıl kusuru... Bizden sonra da öğretmenler sorumlu. Bu millet onlara emanet etmedi mi bu yavrucakları? Nasıl büyülenmelerine müsaade ettiler? Daha sonraki suçlular ise din hocaları... Onu ve taraftarlarını "zındık, kafir" ilan etmekten başka ne yaptılar? Ah bu millet bizlerin yüzüne pislese az gelir. Bundan öncesine yapılacak bir şey yok efendiler, bundan sonrası için düşünelim."

Başkan söz aldı. "Çok haklısın kardeşim. Biz oy sayısından, vatan sevdasını unuttuk. Acilen vatanın öz evlatlarını çağırın. Onları dinleyelim. Ne diyorlarsa yapalım. Olmadı onlara bırakalım yönetimi... Bu Hoca Çoban ve avanesi değil; biz ihanet ettik vatana, asıl biz... Asılsak yeridir... Vatan evlatları; onları dışlamayan ve güzelce yanlış yolda olduklarını söyleyenlerdir. Tabii bize de... Bizler halkı ayırırken; vatan evlatları, halkı birleştirmeye çalışanlardır. Saygı duymasa da sevmese de vatana hizmet eden birini alkışlamayı bilenlerdir... Kendilerine saygısı olan ve en aşağılık insanlara dahi üslubunu bozmayanlardır... Bulun onları ve bırakalım onlara vatanı... Vatanı yönetmeyi, vatanı sevmesini bilenlere bırakalım... Çağırın onları..."

ÖYKÜLERİMWhere stories live. Discover now