On Yedi

3.2K 213 24
                                    

hardal- nasıl? ne zaman?

●Cuma 16.46

Çıkışta sabırsızca Bahadır'ı beklerken telefonuma yaklaşık on beşinci kez bakıyordum herhangi bir mesaj var mı diye.

Aslında son dersin bitişinin üzerinden sadece altı dakika geçmişti ama ben bir kontrol manyağı olduğum için zaman daha fazla geçmiş gibi geliyordu. Bu obsesif bozukluğun nereden geldiğini bilemesem de ailemin de son derece tez canlı olmasından anlaşılıyordu aslında bunun geri dönülmez bir alışkanlık haline geldiği.

Tam telefona bir kez daha bakacakken beklediğim yüzü görmenin rahatlığı ile derin bir nefes alıp ona bakmaya başlamıştım. Üzerine okul üniformasını geçirmişti ama dağınık görüntüsü ile son derece serseri görünmeyi de başarıyordu.

Kısa siyah saçları yapısı gereği düzgün dursa da eliyle karıştırmış gibi dağınık görünüyordu. Boynuna taktığı kulaklık ile ağzı kulaklarında üzerime doğru yürürken onu azarlamak için ağzımı açmıştım ki aniden kolumdan çekiştirip beni çıkışa yönlendirmesi bir olmuştu.

"Hadi hadi kaçalım buradan. Acele etmezsek Selim denen yavşak oğlu yavşak da arkamıza takılacak."

Daha ben ağzımı açamadan sürüklenirken bir yandan da Selim'e küfürler ediyordu.

"Oğlum bir yavaş ya. Ne oluyor?"

Derin bir nefes bırakıp hala arkasını kontrol etmeye devam ediyordu. "Selim de gelecekti soru soracağım diyince. Zor kaçtım elinden."

Kaşlarım çatılırken bunda herhangi bir yanlışlık görememe durumu sarmıştı etrafımı.

"E ne var oğlum? Gelseydi işte o da."

Bahadır dudaklarından alaycı bir gülüş armağan ederken bana halen olayları anlamaya çalışıyordum.

"Oğlum sen saf mısın? Selim gelirse bizi çalıştırır mı? Aklımızı çeler o şerefsiz. Ben soru soramadığımla kalırım."

Beynime jeton yeni düşerken "Haa." demiştim. Hâlâ kolumu tutan eline bakıp kolumu çekerken "Bıraksana amına koyayım ahtapot gibi sardın." dedim.

O umursamadan devam ederken durağa kadar gelmiştik. Bir yandan da Selim geliyor mu diye kontrol ediyordu.  Bu şekilde çok komik görünürken kendimi tutamadan kıkırdamıştım. Gözleri hızla yüzümü tararken "Neye gülüyorsun sen?" diye huysuzca sormuştu. Ben ise daha çok gülmeye başlamıştım.

"Oğlum utanmasan ayaklarını götüne vura vura kaçacaksın."

Yüzüme bir iki saniye ifadesizce baksa da sonra o da gülmeye başlamıştı. Biz kahkahalarla gülerken otobüs de çoktan gelmişti. Çantamdan otobüs kartımı çıkarırken o da cebinden kartını çıkarmıştı.

Ağzına kadar dolu olan otobüse zar zor binerken yine bir teyzenin gazabına uğramamak için biraz daha Bahadır'a yaklaşmıştım. O ise bunu fark edip kolunu birini açıp göğsünü gösterirken bir an yutkunmuştum. Biraz duraksasam da yavaşça göğsüne doğru sokulmuştum.

Kalbim göğsümü delecek kadar hızlı atarken dudaklarımı dişlemeye başlamıştım bile. Yumuşatıcı ile beraber temiz kokusu burnuma dolarken elim ayağım tutmuyor gibiydi sanki. Ben heyecandan düşünemezken otobüs birden kırmızı ışıkta durmuş farkında olmadan öne gidiyordum ki birden elini sırtıma atması ile göğüslerimizi birleştirmesi bir olmuştu.

"Oğlum tutunsana bana düşeceksin şimdi."

Başımı belli belirsiz sallayıp çantasının kulplarından tutmaya başlarken elini hâlâ sırtımda hissediyordum. Kalbim göğüs kafesimi zorlarken bütün algılarım kapanmıştı sanki. Bir otobüs yolculuğunda bu kadar dağıldığımı fark etmek canımı sıkarken utanıyordum bir yandan da. Ona çekilmek beni sonsuz bir utanç girdabının içine atıyordu.

Yağmurdan Saklanan Balıklar (BxB) Dove le storie prendono vita. Scoprilo ora