Otuz Beş

2.6K 180 24
                                    

The away days- layers

Pazartesi 7.43

Sevdiğim insanlardan kimliğimi saklamak zorunda kalmam senelerdir baş ettiğim bir sorundu benim için. Sanki iki hayatım var gibiydi. Kendimi bulmadan öncesi ve kendimi bulduktan sonrası. Çok parlak bir çocukluğum yoktu aslında. Yine de mutlu olduğum zamanların sayısı şu andan kat kat daha fazlaydı.

Ne zaman kendimi buldum, o günden sonra bir daha kalbim mutlulukla dolup taşamadı. Bu dünyanın bana göre olmadığını düşündüm sonra. Ne bir çaba harcadım ne de değişmesi için umut ettim. Kabullendim. Bu dünya bana fazlaydı kabullendim. Beni bağrına basmazdı kabullendim.

Senelerce böyle yaşadım. İnsanların tenlerine dokundum ama hiçbirini kalbime dokundurtmadım. Oranın yasak olduğunu kendime hep hatırlattım.

Fakat ona baktığımda kulağımda yankılanan bütün sesler sustu sanki. Dün olmadı, bugün olmadı, bir hafta önce olmadı. Zaten hep oradaymış gibi girdi kalbime. Öyle sinsi öyle sessizdi ki anlayamadım bile. Öğrendim ki insan kalbine yağan yağmuru da açan güneşi de kontrol edemiyormuş.

Şimdi yatakta yer yer boyası bozarmış tavanı izlerken dünden daha umut doluydu içim. Korkuyordum ama bütün yanımı utanç da kaplıyordu. İçimi sıkan, ruhumu karartan utanç duygusundan kendimi alamıyordum da  bir yandan.

Bahadır bana hiçbir şey vaat etmemişti.  Bana sarhoş olduğu zamanlar dışında kendisindeyken güzel sözler söylememiş, gözlerime uzun uzun bakmamış, benim ona baktığım gibi bakmamıştı. Şimdi güne gülümseyerek başlamaya ne hakkım vardı? Bugün mutlu uyansam, yarın mutlu uyansam sonra ne olacaktı? Dolabımdaki cesetleri ne yapacaktım? Kendimi defalarca öldürmüşken nasıl yeniden yaşayacak günlerimi sayacaktım?

"Abi, günaydın uyandın mı?" Ses etmeden tavana bakmaya devam ettim. "Tövbe estağfurullah beni korkutuyorsun artık. Tavanda bir şey mi var öyle bakıyorsun sen?"

Kardeşimin sesi ile kendime gelirken yavaşça çektim bakışlarımı tavandan. Dudağıma sinsi bir gülümseme kondu birden. "Sen görmüyor musun yukardakileri?" bir süre ses çıkmadı ondan. Çaktırmadan yan tarafıma bakarken korka korka tavana baktığını gördüm. Sonra tedirgince bakışlarını bana çevirdi.

"Ben bir şey görmüyorum. Abi iyi misin sen? Valla korkuyorum artık."

Onun tepkisine gülmeye başlarken bu kez dehşete düşmüş sesi doldurdu kulaklarımı. "Niye gülüyorsun? Allah'ım delirttiler gül gibi oğlanı. Abi annemi çağırayım mı okusun seni bir?"

Gülüşümü kesip "Şaka lan şaka kalk hadi. Ne ödlek herifsin sen de." dedim. Yüzüme gözlerini kısıp derin bir nefes alırken ikimiz de yatakta doğrulduk.

Kötü kötü baktı yüzüme "Altıma sıçtım altıma. Dünden beri çekemedin tavandan gözlerini. En son temiz delirdin sandım." diye çıkıştı. Benimkine benzer gözlerini gözlerime dikerken dikkatle baktım ona. Bilal'le aynı odayı paylaşmak ister istemez diğerlerinden daha farklı bir iletişim kazandırmıştı bize. Daha yakındık ama aramızdaki sınırlar da her zaman kendini belli ederdi. İkimizin de ortak noktası belki bu eve, bu aileye ait hissedememekti.

"Yok oğlum bu zamana kadar delirmediysek şimdi de delirmeyiz evelallah."

Delirdiğimi sandığım zamanlar oldu. Yatağımda ablamın öleceğimi söylediği günden sonra yatağa girip saatlerce ağladığımda delirdiğimi sandım. Çünkü aynı zamanda gülüyordum da. Hem ses çıkarmamaya çalışıyor hem de bir ağlayıp bir gülüyordum. Kendimden korkuyordum. Ama delirmek için çok küçük olduğumu düşündüm. İnsan bazen annesinin rahminde bile deli olurmuş sonradan öğrendim.

Yağmurdan Saklanan Balıklar (BxB) Where stories live. Discover now