Elli İki

1.5K 123 12
                                    

Nilüfer- Taa Uzak Yollardan

Salı 16.46

Günler gelip geçiyordu. Güneş her gün aynı yerden doğuyor aynı yerden batıyordu. Karşı evin penceresi her gün aynı saatte açılıyordu. Çocukların her gün aşağıda seslerini duyuyordum.

Kalbimdeki kırıklık ise olduğu yerde bekliyordu. Geçmesini çok istiyordum. Geçip gitmesini ve eskisi gibi olmayı istiyordum ama bir türlü olmuyordu.

Ama itiraf etmem gereken bir şey vardı ki ilk günkü kadar dağılmış değildim. Olayları kafamda daha rahat çözümlemiş daha fazla düşünmüştüm üzerinde. Bahadır'a inanıyordum. Yine de bana söylemiş olmasını dilerdim. Ben onu her anımda yanımda isterken onun da beni yanında görmek istemesini isterdim.

Her gün pencereden sokağın başını izlerken de belki tek istediğim onu orada görmekti. Telefonuma düşen mesajları her gün okuyor ama cevap veremiyordum. Defalarca atılan aynı özür ve açıklama mesajlarına bile alışmıştım.

Yine bir öğleden sonra pencereden dışarıya bakarken çocukları izliyordum. Cıvıl cıvıl koştururlarken ne kadar mutlu oldukları buradan bile belli oluyordu.

Köşede tek başına oturan çocuk dikkatimi çekerken bakışlarımı ona odakladım bu kez. Diğerlerine gıpta ile bakarken çocuklar onun varlığından bile haberdar değildi. Her zaman orada oluyor muydu yoksa ilk kez bugün mü dikkatimi çekti bir an idrak edemedim.

Çocuk gözlerini bir an olsun ayırmadan top oynayan çocuklara bakarken bir anda top onun olduğu yere geldi. Bir an şaşkınca bakarken topu atmak için ayaklanmıştı ki başka bir çocuk hızla gelip topu aldı. Ağzını açmıştı ki onu rahat duyabilmek adına pencereyi araladım.

"Bırak sen sümüklü. Top oynamayı nerden bileceksin sen?"

Kaşlarım çatılmışken az önce oturan çocuğun gözlerinin dolduğunu hissettim. "Sümüklü değilim ben."

Karşısındaki çocuk başını dalga geçerek sallarken "O zaman niye su an sümüğün akıyor?" dedi. Küçük çocuk elini burnuna götürüp kontrol ederken utançla başını salladı. Diğerleri de ona gülerken bir an müdahale etmek için ağzımı aralamıştım ki aralarından bir çocuk hemen ortaya çıktı.

"Apo niye dalga geçiyorsun? Sen de geçen sene sınıfta işemiştin biz de sana sidikli diyelim o zaman?"

Apo denen çocuk bir anda utançla kızarırken elindeki topu hızla bırakıp az önce ona karşı çıkan arkadaşının yakalarını kavradı.

Evet artık müdahale etme zamanıydı. Yine tam ağzımı açmıştım ki benden önce bir ses yankılandı sokakta. Tanıdık sesle gözlerim kocaman açıldı.

"Hooop! Ne oluyor orada veletler?"

Önce sesi sonra görüntüsü gelirken şaşırdım kaldım bir an. Selim ile yan yana gelip çocukları ayırırken parmağını ikisinin de üzerinde sallamaya başlamıştı.
"Bana bakın lan bacak kadar boyunuzla kavga etmeye kalkmayın oğlum. Vallahi yapıştırırım hepinizin ensesine."

İçinden çıkan mahalle abisi tavırlarına bir an gülecek gibi oldum ama hâlâ burada ne işi olduğunu anlamadığım için gülemedim. Durumun absürtlüğü kafamı yememe sebep olacaktı. Buraya gelmişti. Elinde ise bir pastane poşeti vardı.

Üzerine giydiği siyah kotu ve sweatshirti ile normal duruyordu. Hiç sarsılmamış gibiydi. Yine kalbim acıdı. Taa ki gözlerini görene kadar. Kısa sayılabilecek bir mesafeden gözlerini görürken aynaya bakıyor gibi hissettim. Yorgun ve uykusuz gözleri direkt olarak benim harelerime ulaşmıştı.

Yağmurdan Saklanan Balıklar (BxB) Wo Geschichten leben. Entdecke jetzt