Yirmi

8.1K 736 258
                                    

Selam.
Bölümümüz ortaya karışık. İnşaAllah beğenirsiniz. Bundan sonra biraz kıpır kıpır olmaya başlıyoruz. Bakalımm ne düşüneceksiniz.

He bu arada beni instagramdan takip etmek isterseniz oradaki ismim de alraganinsahibesi . Beklerizz..

Bakmak isterseniz devam eden diğer kurgum Yılan'ın Kızı da profilimde.

Efendim karşınızda;
Kanıkara 20:

Tecir Kenan'ın tepedeki büyük evinin kapısına dayandıklarında, iki adamın da yürekleri hızla atıyordu fakat bu ; onca yolu bayır yukarı bir an duraksamadan, hızlı hızlı yürüdüklerinden dolayı değildi.

Halil durdu, şöyle bir pencerelere, balkona, harmana, çiçeğe durmuş ağaçlara, kenardaki dibek taşına, devrilmiş kocaman çam kütüğüne baktı. Balkondaki köşeye, Alçin'i ilk gördüğü yere, onu sesiyle korkuttuğu yere baktı. İçindeki kara kasvetli duman tüm yüreğini kaplamıştı. Umutsuz değildi, ama başına ne gelirse gelsin razı olduğunu gösteren sessiz sedasız bir kabulleniş içerisindeydi. Yumrukları sıkılı... Başı dik.. Gözleri kararmış, karanlıklaşmıştı.

Yanındaki Fırat.. Her zamanki gibi, kolundan usulca tutup,
"Halil’im.. Sakin ol."  dedi. "Öfkeyle kalkma. Zararla oturma."

Halil dakikalar önce yıkılmıştı. O zamandan beri ayağa kalkmış falan değildi, zahirde yürüyor, Fırat öyle sanmasın...

Yutkundu. Kaldırdı az daha başını, gür sesiyle ev doğru seslendi:

"Kenan Ağam!! "

Duraksadılar. Halil kapıyı vurmak, eşikte beklemek istememişti. İçeri alınmayacağını biliyordu. Ne olursa olsun edepsizlik, saygısızlık yapmamak için kendisine telkinlerde bulunmaya başladı. Deliydi ama terbiyesiz değildi. Onu dedesi büyütmüş, erlik öğretmişti; büyüğün yanında had bilmek gerekirdi. Sakin olmalıydı... Sakin... İçinde koca bir yangın, duman duman tütmüyormuş gibi davranmalıydı...

Amma Halil çok kötüydü.

Ciğerine ciğerine, içinden usulca,
'Sana sığındım Rabbim... Ne verirsen kabulüm Rabbim...' diye dua etmese, oturup ağlayacaktı oğlan çocuğu gibi şuracıkta.

Yukarıda, pencerelerin birinin kalın perdesi hareketlendi. Sonra hızla çekildi. Pencerede Kenan'ın bıyıklı, hiddetli, kaya gibi yüzü belirdi. Hani öyle ya konuşsa ağzından laf değil, kurşun fırlayacak sanır insan... İki adam başını yukarı kaldırdı. Kılları kıpırdamadı.

Halil’in içindeki sızı, biraz daha arttı, boynuna kemendini geçirdi... Halil belli etmedi.

"Geldin mi!"   dedi tahta çerçeveli pencereyi tutup kaldırdıktan sonra, yukarıdan aşağıya adam.

Halil başını salladı. O da bir kaya gibi düz ve donuk, yanıtladı:
"Çağırmışsın, geldim."

"Bekle. Yolunu gözlerdim. İniyom şimdi aşağı..."

Pencere sertçe aşağı çekilip indirildi, perde de kapandı. Aşağıda Halil ve Fırat, öylece durdu kaldı.

Bir buçuk, iki saat ya var ya yok, ikisi de Halil’in evinin önünde, bahçe çitinin üzerindeydiler. Fırat öyle bir hal hatır sormaya dostuna uğramıştı, uğramıştı ki ne görsün; evde bir hazırlık tantana, Halil’de bir hal, coşkun sel suyu gibi... Öyle ki Halil hep coşkuludur, hep deli, Fırat ezbere bilir onun bu hallerini; amma yine de kardaşı her zamankinden farklı gelmişti. Çekip sormuştu kenara,

"Hayırdır Halil’im, ne bu heyecan?"

Fırat o zaman öğrenmişti daha duyduğu ilk anda dişlerini gıcırdatan gerçeği; Halil, nice zamandır konuğu olup durduğu Tecir Kenan'ın kızına gönül düşürmüştür. Ve Halil, yalvar yakar etmiş, o sabah, armağanlarla, yürek alıcı gurur okşayıcı sözlerle birlikte baba tarafından büyüklerini, Tecir Kenan'a haberci göndermiştir...

KanıkaraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin