3. Bölüm

9K 718 174
                                    

Alana bana yemek getireceğini söylemişti ama sanırım buraya tekrar gelememişti. Ya yakalandı ya da amcaları geldiği için yanlarından ayrılamadı. Olsun, ben açlığa dayanırım ama onu bir kere daha görmek istemiştim. Hücrede bağdaş kurmuş timimle resmimize bakarak hasret dindirmeye çalışıyordum. Birazdan Dougal sorgu için gelirdi. Bu lanet yerde resmen kapana kısılmıştım. Yukarıda duyduğum ayak sesleriyle, fotoğrafı tekrar aynı yerine koyarak sakladım ve ayağa kalktım. İşte başlıyorduk...

Açılan ve kapanan kapı sesinin ardından, hızlı bir şekilde merdivenlerden inme sesi geldi. Bakışlarımı merdivene çevirdiğimde, kırmızı renkte kilt giymiş birinin aşağıya indiğini gördüm. Buradaki klan sembolleri yeşil renk olduğu için merakla gelene baktım. Bir adam tamamen aşağıya indiğinde, hücreme yaklaşmadan uzakta öylece durup bana bakmaya başladı. Yaşlı denilebilecek bir adamdı ama vücudu son derece fitti. Savaşçı olarak yetiştiği çok belli olan bu adamın, bahsettiği amcaları olduğunu tahmin ettim. Sorguma o mu girecekti yani?

Adamın bakışları tamamiyle beni esir almıştı. Herkes gibi ilk dikkatini çeken tabii ki sarı ışıltılı saçlarım olmuştu. Karanlıkta kaldığı için yüz hatları tam belli değildi. Yavaş adımlarla bana yaklaştıkça, yüz hatları da daha net belli oluyordu çünkü hücremin yan tarafında bir meşale vardı. Tamamen demirlerin önüne geldiğinde, tanıdık hissi algılayıp kaşlarımı çattım. Ben bu adamı daha önce görmüştüm sanki, ama nerede? Ya da birisine çok benzetiyordum. Acaba tarih kitaplarında gördüğüm büyük bir lider falan mıydı?

Duvara asılı anahtarı alarak demirin kilidini açtı. Demir kapı gıcırdayarak açılınca birkaç adımla içeriye girdi. Adam öyle tuhaf bakıyordu ki, inşallah kötü bir niyeti yoktur diye düşünüp gardımı da aldım. Kendi dillerinde bir şeyler söyleyince, anlamadığımı belli eden ifadeyle yüzüne bakmaya devam ettim. Anladığım tek kelime 'Tuğra' kelimesiydi. Bu sefer ingilizce konuşmayı denedi.

"Kimsin? Adın ne?"

"Adım Tuğra, casus değilim" dediğimde, gözlerinde anlam veremediğim bir ifade geçti. Yerdeki tabureye yürüyüp oturunca bu rahat tavrına şaşırdım. O kadar kendinden emindi ki, açık kapıdan kaçacağımı düşünmüyordu bile.

.

Şimdi şok olma sırası bendeydi!!!

.

"Adın ne? Kimsin? Aynı soruyu tekrar soran adamla, şok içinde gözlerim büyüdü ve gözyaşlarıyla doldu. Karşımda tabureye oturmuş bu adam, benimle Türkçe konuşmuştu.

"Sen nasıl?" Diye sorduğum soruyla, hayatım boyunca ilk defa kekelemiştim sanırım.

"Türkmen misin? Nereden geldin?" Diye sordu bu seferde. Bu adam da mı o mağaradan gelmişti? Sınır ötesi olduğu için o bölgede çok sayıda Türkmen köyleri de vardı. Aksanı Osmanlı'dan olamayacak kadar düzgündü.

"Ülkem Türkiye! Sen dilimizi nasıl biliyorsun?" Dediğimde, yüzünde sıcak bir gülümseme ve yılların vermiş olduğu bilginlik vardı.

"Ben de Türkiye'liyim. nerelisin kızım? Buraya nasıl geldin?"

Sorularını es geçerek kendi sorumu sordum.

"Siz kimsiniz?"

Derin bir nefes alarak demir kapıdan merdivenlere baktı. Tekrar bana döndüğünde, gülümseyerek konuştu.

"İsmim Onur, Onur Işık" dediğinde zihnime dolan görüntüler ve isim, karnıma bir yumruk yemiş hissi uyandırdı. Onur Işık mı? Gördüğüm üniformalı fotoğraflarında sert bakan kahverengi gözlü askeri düşündüm. Kayıp, yıllarca aranan ve ülkede kahraman olarak anılan albay Onur Işık.

TUĞRA [İNVERNESS 1]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin