8. Bölüm

7.5K 644 125
                                    


Keyifli okumalar

🌿

"Kabul edeceğine emin gibisiniz?" Diye sordum. Dougal aklındaki çözümü anlattığında, tek takıldığım yer bu olmuştu.

"Edecek, oraya Arthur'la birlikte gitmeni istiyorum" Dougal'a olumlu anlamda kafamı salladım. Saat gece 2'yi biraz geçiyordu. Hemen yola çıkmazsam İngiliz kıza asla yetişemeyebilirdim.

"10 dakika sonra Arthur ahırların orada olsun. Bizimkilere siz açıklama yaparsınız" dediğimde Dougal kapıya doğru yürümeye başlamıştı bile. Zaman kısıtlıydı.

"Tuğra" dediğinde tekrar bana döndü. O bana resmî olarak hitap etmese de ben aramızdaki resmiyeti bozmamakta kararlıydım.

"Lütfen dikkatli ol" diye devam etti.

"Unutuyorsunuz, ben bir askerim lordum" alaycı bir tonla konuştuğumda, Dougal kafasını sallayıp odadan çıktı. Of keşke araba ya da motor olsaydı. O kadar saat at üzerinde nasıl gidecektim şimdi?

Dougal'ın odadan çıkmasının ardından hemen hazırlanmaya başladım. Kamuflajımı giyerek beremi burnuma kadar örttüm. Alana, saçlarımı ince ince ördüğü için saçımla uğraşmadan mataramı, komando bıçağımı ve el fenerimi yanıma alarak odadan çıktım. Ortalıkta birkaç nöbetçi dışında kimse yoktu. Sessizce ahırlara doğru ilerledim. Arthur, ahırda atlardan birine eyer yerleştiriyordu. Sessizce yanına yaklaştığımda beni fark etmemişti.

"Kolay gelsin" dediğimde koskoca adam irkilerek hızla kılıcını kınından çıkartıp pozisyon alınca, gülmeden edemedim.

"Benim Tuğra" dedim gülmemin arasından. Burnunda hâlâ sargıyla komik gözüküyordu. Hele sinirli olmaya çalışırken o burnu nasıl kırdığımı hatırladığımda...

"Sizi fark edemedim efendim" diyerek kılıcını yerine koyarken mahçup gözüküyordu.

"Senin suçun değil Arthur, ben bu konuda iyiyim" Hiç mütevazi olamayacaktım.

Arthur, etrafına baktığında ben de çevreye göz attım. Kalenin kapısında bizi izleyen Dougal'ı fark ettim. Yanımıza gelmemesinin sebebini düşünmeden atın görüş açısında kalmaya devam ederek benden ürkmesini engellemeye çalıştım. Elimi uzatarak onu sevmeye başladığımda, gözlerini dikmiş bana bakıyordu ve bir tehlike olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu. İstanbul'da Arnavutköy'de özel bir kulüpte at biniciliği dersi almıştım ve bunu eğitmenimden öğrenmiştim. Atlar, göz kontağında kalmanı bekler ve seni tartar demişti. Güvenlerini kazandığında ise üzerinden seni atmaz.

Atın üzerine bindiğimde biraz hareketlenen atın boynunu okşayarak şşş diye seslendim. At bu hareketimle tamamen sakinleşti. İnşallah eğitmenim haklıydı ve yolda beni üzerinden atmaya çalışmazdı. Babamın zamanında verdiği ders ücretlerinin boşuna olmamasını dileyerek hareket etmeye başladım.

"Dougal bana at biniciliğinde iyi olmadığınızı söyledi. Bu yüzden kar topunu sizin için seçtim. O size sorun çıkarmaz efendim. Kendisi en uysal atlardandır."

"Kar topumu? Bu atın renginin kahverengi olduğunu görüyorsundur umarım?" Diyerek şaşkınlıkla Arthur'a döndüm. Hemen yan tarafımda atıyla hareket ediyordu.

"Büyük Dougal ona bu ismi uygun gördü efendim" dediğinde gülümseyerek kalenin kapısına bakışlarımı çevirdim. Dougal, hâlâ aynı pozisyonda bizi izliyordu.

"Teşekkürler Arthur. Hemen yola çıkmamız gerekiyor hadi gidelim" dediğimde Arthur kafasını sallayarak atını hızlandırdı. Eyersiz bindiğini fark ederek şokla gözlerimi açtım. Eyerle bile bir taraflarıma kramp girerdi benim.

TUĞRA [İNVERNESS 1]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin