Bölüm 18: Teslim Oluş

8.1K 260 148
                                    

"Her şeyin tek bir sebebi var işte, buraya gelmemizin, öncemizin, sonramızın, ağzımdan çıkanların, sana anlatamadıklarımın..." Yakıcı bir ton yükledi sesine. "Sana âşığım ben." Benden bir cevap beklemeden, gözleri benden ayrılmadan başını belli belirsiz sağa yatırdı. "Tek bir kapı lan," Gülümsemeye çalıştığında sol gözünden bir damla yaş indi yanağına. "Çocukluktan kalan o salak defteri okumayı bırak da kalk kapıyı aç artık."

Rüzgârlı bir ürperti tenimi yalarken dikenler dolusu bir yangın içimde sallanıyor ve ateş, gözeneklerimden savuşmak için can atıyordu. Ateşin her zerresinde ayrı sevinç, tenimdeyse her sevincin sırtına yüklü dikenin farklı izi vardı. "Böyle mi kurtulacaksın köşeye sıkışmaktan?" dediğimde benliğimin, egemenliğimden çıkmadığının farkındaydım. Sadece tedbir alıyor, içimde kendimce ettiğim ve dışıma yansıtmadığım güler yüzlü hezeyanın bir tuzağa düşmesini engelliyordum. Her şey bir kenara, bunun katiyen tuzak olmamasını diliyordum.

Acı acı gülerken başını iki yana salladı. "Köşeye sıkışmadım. Ne diyeyim ki ben sana artık?"

Kışkırtıcı şeyler söylemesine gerek yoktu. Şayet gerçekten âşıksa bana, bunu kanıtlaması yetecekti. "İnandır," İnandırmalıydı. Kapıyı açtığımda karşıma eli silahlı bir adam çıkmayacağı ne malumdu? "Madem çocukluğu katlayıp koydun kutuya, benimle çocuk kandırır gibi değil, yalanı tanıyabilen yaşa geldiğimi bilerek konuş."

"İnanmak istemiyorsun. Nasıl inandırayım? Öyle kalıplaşmışsın ki, kendi yolundan ayrılmıyorsun. Bir çevrene bak, insanlar değişiyor. Bıraktığın gibi kalmıyor insanlar. Sen de değiştin; bir huyların değişmedi." Elmacık kemiğinin altında kalmış yaşı elinin tersiyle sildi. "Bunca zamandır annem görmemiştir ağladığımı. İstersen amuda kalkayım? O zaman inanırsın belki."

Bakakaldım.

"Gözlerini kapat." dedim artık her şeyin son noktasındaymışım gibi, istediğimin amuda kalkması olmadığını vurgulayarak. İdam edilmek üzereyken, son bir isteğim olup olmadığı sorusuna aciz bir umutla "Yaşamak istiyorum." diyormuşum gibi... Önümde, tahta kapının ardındaydı; yüzünü görmeden sesine aldanışım yanlıştı ama sesi gerçekti. Gerçek olanda bile şüphe arayacak kadar yıpranmış olamazdım, hiç değilse gözyaşının uğruna bırakmalıydım ruhumu çürüten şüphelerimi bir kenara. Aslında ben de yana yakıla beklemiyor muydum bu aldanışı, teslim oluşu?

Gülümsemekten vazgeçmiş dudakları canı çekilmişçesine dondu. Yapamayacağını bile bile karşısındakini anlamaya çalışan kırgın bakışı benimkiyle bir oldu. Birkaç kez kırptıktan sonra kapattı gözlerini, askıda kalmış bir yaş daha kirpiklerinin birleşmesiyle süzülüverdi.

Şimdi savunmasızca karşımdaydı. Ne kollarımdan tutarak beni yönlendirebilecek ne de gözleriyle konuşarak üstüme gelebilecek durumdaydı; kalbimle ona saldırabileceğim kadar biçareydi. Ve gözlerini kapatmasını söylediğimde nedenini sormadan yumuldu karanlığa. Şu kolye boynuma yerleşecekken ben sorgulamamış mıydım onu? Verdiği güvene hayranlıkla gizlendiğimi sandığım adama ayıp etmiştim, o hiç düşünmeden uyarken sözüme, hiç düşünmeden girerken bilinmezliğin hapishanesine.

Telefonda konuştuğu odanın açık kapısından gelen ışık siyah siyah lekelerle kararmış koridora vururken, bir mumun yanan fitili gibi parıldıyordu, karanlık onu böyle yüceltiyordu. Düşmüş omuzları bu hâliyle bile dikken üzerindeki uzun kollu, koyu gri tişört, bedenini tam sarmamış olmakla birlikte fazla bol da değildi. Yine parfüm kokusunu alamasam da dağınıkça bırakılmış ıslak saçlarından etrafa serpilen şampuan kokusu iyi bir parfümü aratmıyordu. Kaşları bağırdığı andaki çatıklığında, kirpikleri seyrek yaşların ıslaklığındaydı.

Kalbini Aya VerWhere stories live. Discover now