Bölüm 4: Bitiş ve Başlangıç Arasında

22K 616 44
                                    

Kararan hava ikizi olduğumu düşünmemi sağlamak için çabalıyorken bıkkın bir nefes verdim en derinimden. Doğukan öyle gerçekçi ifade etmişti ki mesajı da çiçeği de gönderenin kendisi olmadığını, inanmamak algılarıma hakaret sayılırdı.

Karşımdaki, ihtimaller listesinin alt sıralarına kayınca, tıpkı listenin başına oturan boşluk gibi bir donukluk döşendi içime. Soluğumdaki merak ve heyecan artarken ellerimin, kollarımın bağlandığını hissettim. Biri benimle oyun oynuyorsa da, bu berbat bir oyundu ve o kişiyi bulduğumda umarım ayağım kaymazdı.

Doğukan etrafa bakınmayı bırakıp önündeki yemeğe yoğunlaşmıştı. Sanki çiçek gelmeden önce sohbet etmemişiz ve aramızda saf  bir yabancılık varmış gibi -ki aksi söylenemezdi zaten- bozmuştu tavrını. Çatalına bir tane daha mantar batırdığında lokmayı ağzına götürmekten vazgeçmişçesine durdu. "Şunu masadan indirir misin?" dedi kaşlarını hafifçe kasarak.

Masanın üzerinde garip bir şekilde sırıtmakta olan çiçeğe baktığımda, neden onu daha önceden indirmediğimi düşündüm; bariz bir şekilde can sıkıyordu görünüşü. Oturduğum yerden kıpırdamadan hemen yanımdaki sandalyeyi geriye doğru çektim ve çiçeği masadan alarak boş sandalyenin üzerine yerleştirdim.

Çiçek, geldiğinden beri katıksız bir sessizlik ve şüphecilik de getirmişti beraberinde; ne benim ağzımdan bir kelime çıkmıştı ne de Doğukan'ın, ufak tefek cümlelerle çatal, bıçakların tabaklara değişi ve içinde bulunduğumuz mekânın kuru uğultusu dışında.

"Seninle burada olmak inanılması zor bir şey." dedim hafızam yaşadığım anı süzgecinden yeni yeni geçiriyormuşçasına.

"Bana inanma zaten," dedi bozguna uğramış bir surat ifadesiyle. "Güvenme de." diye devam etti. "Ben ailenizin düşmanıyım, değil mi?" Gözlerinde yok olmak üzere derinlere doğru yolculuk yaptığını düşündüğüm acımasızlık, yavaş yavaş açığa çıkıyordu şimdi. "Bugün başına iş açmadığım için dua etmelisin."

"Bunu bunca konuşmamızdan sonra mı söylüyorsun?" kolumu hırsla masanın üzerine çıkarırken. "Tamam, buluşma fikrini öne süren bendim ama konuşmak isteyen de sendin!"

Sağ yanağındaki çok da derin olmayan gamzesini belli edecek derecede güldü. "Arada olur öyle," Kafasını iki yana salladı. "Canım konuşmak istedi, konuştum. Kötü mü oldu hem?" Sahte olduğu anlaşılacak düzeyce sırıtıyordu. "Düşmanım hakkında bir şeyler daha öğrendim, elimdeki kozlar daha da genişledi."

Kelimeler karşımdakine saldırmak için ses tellerimin önünde sabırsızlıkla sırada bekliyorlarken dudağıma kıpırdamamasını ve yalnızca yukarıya doğru kıvrılarak bir inkâr cümlesi kurmasını emrettim. "Bugün eline hiçbir koz vermedim. Üstelik," Daha fazla konuşursam işte o zaman eline koz verecektim; ağzım yarı açık halde kalakalsa da sessizleştim.

Oturduğum sandalyeyi yere değen ayak tabanlarımdan da destek alarak dizlerimin arkasıyla yavaşça geriye ittim. Yüzümdeki zoraki tebessümü yok etmemeye çalışarak ayağa kalktım. Masaya uzanarak şapkamı aldım ve aynı durağanlıkla başıma geçirdim. Doğukan bir kobay faresiymişim gibi ne yapıyor olduğumu izlerken çiçek buketini de sol kolumla belimin arasına sıkıştırdığımda, sanırım çekip gitmek için hazırdım.

Masadan ayrılıp Doğukan'ın arka tarafında kalmış olan bölüme hesabı ödemek için gitmeye hazırlanırken omzumun üzerinden dönüp göz ucuyla ona baktığımda, kılını kıpırdatmadan bıraktığım gibi duruyor olduğunu gördüm arkadan.

Muhtemelen hesabı ödeyecek olduğumu aklının ucundan bile geçirmemişti; erkeklik gururu beni fark edip engellemeden önce adımlarımı hızlandırarak Doğukan'dan bütünüyle uzaklaştım. Hesabı sessizce ödedikten sonra dış kapıyı çekerek açtım. Adımımı soğuğun yorganı altında kalmış hafif nemli taş yola attığımda son bir kez arkamı dönüp cam duvarın ardına baktım ve onun hâlâ masada oturuyor olduğunu gördüm. Başka ne yapacaktı ki?

Kalbini Aya VerWhere stories live. Discover now