Bölüm 19: Bilinçaltı ve Kalp

2.2K 98 34
                                    

Bölüm ciddi anlamda kısa, sığ ve minik bir kesit gibi oldu, eksik kaldı, bunun için üzgünüm; hazirandan beri karmakarışık bir kafayla cümle cümle de olsa yazmak için çabalıyorum fakat uzatmaya çalıştıkça zamanım daralıyormuş gibi hissediyorum. Yoğun günlerin içine düştüğümden de, diyorum ki hiç değilse yazdığım kadarını yayımlayayım çünkü sırtımı boş zaman bulabilme ihtimaline yaslarsam belki de haftalar, aylar sürecek bölümün sizlere sunulması... Uzatmayayım. Şunu da söylemeliyim ki burada sizlerle buluşmak uzun zamandır hayalini kurduğum en güzel şeydi. Şarkıları keyifle dinlemeniz ve en kısa zamanda yeniden görüşebilmemiz dileğiyle...

"Kim?"

"Abin."

Dindirilemez yağmurlara gebe olan bulutlar yırtılmıştı da tadı acı bir his doğurmuştu gök; o hisse açılan sıcak ve korkulu bir anne kucağıydı kalbim. Acımaya cesaret edemeyen bedenim çırpınıp da ruhuma bırakmıştı yükünü büsbütün, damla damla akan acılar kusursuzca boyamıştı ruhumu. Neresi acıyorsa insanın, canı orada olurdu; canım ruhuma kadar inmişti, canım şimdi ruhuma mahkûmdu. Demir parmaklıkların arasından iplik iplik içeri süzülen beyaz yığınlar, soğuk duvarlara çarpınca başladı haykırarak yağmaya o yağmurlar.

"Abim hastanede ya!" Parmaklarımın ucundaki ince deri kıvılcımlandı. "Sen de o adamlarla birliktesin, değil mi? Keşke bu kötülüğünün, ailemize yaptığın iyilikleri geçmesine izin vermeseydin." Yaslanıp da güç alabileceğim bir duvar olmasaydı arkamda, kırılmaya yüz tutmuş bir hayaldim. "Abimin durumunu kullanıyorsun bir de, ayıp."

Ben söylenip dururken eli hâlâ kapının kolundaydı. Gözlerinin ışığında can sıkıcı bir ifade yoktu. Hatta güzel bakıyordu, nazikçe bakıyordu. İpinden kopup gelen nehri dindirmeye çalışır gibiydi ifadesi. "Bu söylediklerini yeniden düşünmen gerekecek." Sakindi. "İyiliklerin, kötülüklerin herkes için aynı değildir tanımı. Birisi bir şey yaptığında bu, senin için kötülük olabilir ama bir bakarsın ki benim için iyiliktir. Hem de ne iyilik!" Kaşlarını abartısını kanıtlarcasına havalandırdı. "Şu an hayatımdaki en büyük iyiliği yapıyorum belki de." Yüzünü düzleştirdiğinde, az önce ağır bir hayat dersi vermiş öğretmen edası, saçlarının alnına düşürdüğü gölgeye yerleşti.

"Bak, Ahmet Amca, seni severim ama ben tüm bu olanları anlayamıyorum. Benim yerimde olsan sen de aynı tepkiyi verirdin. Tanımadığın kaba saba adamlar seni bir yere götürüyor ve tanıdığın, güvendiğini sandığın bir adam gelip sana, yanında olamayacak birinin varlığından bahsediyor. Akıl erer mi buna?" Ayağa kalktım ve birkaç adım attım kapıya doğru. "O adamların yaptıklarıyla seni bağdaştıramıyorum. Abimden söz ediyorsun; abimle hiç bağdaştıramıyorum!"

Arkasından biri, gelmesi için seslenince irkildi ve beni dinlemeyi bırakıp sese döndü, kapıyı kapattı.

Kilit sesi bir kez daha kulaklarıma konuk olunca, yarıda kalan yorgunluk dirseklerimin içine ve omuzlarıma yine oturdu. Ben de bacaklarımı kırıp az ötemde duran mindere oturdum.

Abim burada olsaydı vakit kaybetmeden yanıma gelirdi. Pekâlâ, hadi burada diyelim, hadi kurtarmaya geldi diyelim... Beni ellerinden kurtaracağı bu adamlarla Ahmet Amca'nın alakası neydi, Ahmet Amca madem iyilik yapıyordu da beni niçin hemen çıkarmıyordu buradan? Kuyu gibi karanlık bir zihinde düşünce yolculuklarına çıkmak insanı harap ediyordu. Bir şeyler yapmaya, bir yerlerde bulunmaya mecbur edilmekse duru sularıma yıldırım bulanıklığı katıyordu, saniyeler ilerledikçe daha da sığamıyordum kabıma.

Bu saniyeler, yelkovanın dans etmesine yarayan zaman parçaları değildi. Zamanı saat diye bildiği için insan, yarım dakikada üzülebildiğini, mutlu olabildiğini ya da bir başka duyguyu yaşayabildiğini sanıp buna şaşırırdı fakat bilmezdi sayılarla sınırlandırılmış hiçbir şeyin gerçeklikle eşleşmediğini. Üzülmek, ılık bir suyun paslı tenekeden dümdüz zemine dökülüşünden sonra ağır ağır yayılmasıydı kişinin sanrılar diyarına, tıpkı bir tebessümün dudağa yapışmasını sağlayan sancılı girdaplar gibi.

Kalbini Aya VerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin