Bölüm 11: Toprak Islanana Dek

16.5K 456 93
                                    

Yitip giden kalpler sevgi dünyasının önüne büyükçe setler kurarlar; sevgi basitleşir, sevgi çürür. Sevgi yalnızca sözcüklerden ibaret olur. Ama öyle olmamalıdır aslında; sevgi, dille değil gözlerle yaratılan bir duygudur. Gözlerde yaşayan parıltılar olmadıkça da ne hayat yaşanılabilir kılınır ne de yarınlar aydınlanır.

"Kızım, çok özür dilerim!"

Ayakta, öylece karşımda dikiliyor ve özür diliyordu. Kalbimdeki ne olduklarını bilmediğim varlıkların kalelerimi aşıp da vücuduma saçıldığını hissediyordum. Hiç şüphesiz kızarmıştı yüzüm; üzerime yüklenen sıcak, elbette ki yukarı çıkması için baskıya maruz kalan kandandı. 

Damarlarımın kırılgan yapısının içinde fokurdayan kana karşılık sakindim. Sakindim çünkü henüz yüzüme bakarak yaralamamıştı beni; ama bir tartışma alevlenecek olursa arkamdan yaralamayı bırakıp da yüzüme saldıracağına emindim. Konuşmalıydık bu yüzden, biriken ne tür cümleler varsa içlerimizde, hemen burada dökülmeliydi her biri.

"Özür mü dilersin?" dedim iki adım daha yakınlaştığımda. Gülüyordum. Her şeyi basit bir özre yükleyemezdi, bu, saçmalık olurdu. "Özür mü dilersin?!" Aynı cümleyi ikinci kez tekrarladığımda sesim gür ve gırtlaktan çıkmıştı. Ellerim aşağı inip kalkıyor; saçlarından tutup onu hırpalamamak için çabalıyorlardı. Yüzümdeki acınası gülümseme ise harabe olmaya doğru giden kayığa yön verircesine isterikleşmişti. "Kumsal, kızım." Bu zamana kadar yansıtamadığı anneliği dolan gözleriyle hissedeceğimi mi sanıyordu? Berbat bir oyunculuk! "Bırak!" diye bağırdım, elini sessiz olmamı istercesine omzuma götürdüğünde. "Git sevgilinin koluna Allah'ın belası! Git, yaşamak istediğin hayata!" Elini şaşkınlığa uğramışçasına dudaklarına götürdü. Gözleri daha parlak, kaşları daha aşağıdaydı. 

"Biliyor musun?" dedi, bildiğimi biliyormuş ama bildiğimi bildiğini fark ettirmek istemiyormuşçasına. İşte bu cümle gibi karmaşıktı kafamın içi; beynimde yanıp duran metal teller cızırdıyor ve ben gözlerimi her kırptığımda kıvılcımlara boğuluyorlardı. Biri gelip kafamın içerisini kara kalemle baştan savma bir şekilde karalamış gibiydi de aynı zamanda.

"Salak olma bu kadar, Beren Hanım!" Ağzımdan saçılan tükürükleri görebilecek kadar dönmüştü gözüm. Her ayrıntıya dikkat kesilebilecek kadar ufkum genişlemiş ama her yeri göremeyecek kadar bakışlarım kısıtlanmıştı. Tıka basa eşya dolu bu koca odada yankılanacak kadar yükselmişti sesim. "Kendine gel!" dedi o çaresiz kaş ifadesinden kurtulduktan sonra onları çatarak. "Karşında annen var!" Dudaklarında birleştirdiği ellerini açmış, bir kaplan gibi pençelerini çıkarmaya başlamıştı. Susmayacaktım ve benim istediğim de o pençeleri tam olarak görmekti. "Babamı hiç sevmedin! Ama biliyor musun?" Gülümsedim. "Eminim ki babam da seni hiç sevmemiştir! Sen o piç kurusu hocayla sevişirken-" Sol yanağımda şiddetli bir kasırga oluşmuş gibi irkildim. O kasırga bir mıknatısmışçasına, demire dönüşen hislerimi çekmişti bir anda kendisine. Yüzük ve orta parmağımın tırnaklarını avucumun içerisine gömdüm; sanki orayı kanatsam, içimde birikmiş sinir kırıntıları pıhtı pıhtı akacaktı oradan. Parmaklarının her boğumu yanağımı yalamıştı; kafam yöneldiği yerde birkaç saniye öylece kalakalmıştı. Öyle şiddetli gelmişti ki yüzüme tokat, çıkan ses kulaklarımda yankılanıyor gibiydi hâlâ. Saçımdaki bandana gevşeyerek kafamdan geçmiş ve boğazımın önüne düşmüştü. 

Darmadağın olmuş saçlarım yüzümdeki ter damlacıklarına yapışmıştı. Dişlerimi sıktım. Elimden onu öldürebilmek gelseydi, bunu yapardım. Bir dakika bile düşünmezdim. Kalbini göğsünden ayırır, tüm gücümle sıkardım. Kansız kalmış kalbi, söktüğüm yere geri sokar ve üzerini yırtılmış çarşaflarla örterdim. Bedeni olduğu yerde kalırdı; çünkü onu gömmek bile, toprağa saygısızlık olurdu. Sızıya uğrayan boynuma yön verdim ve kafamı yeniden ona çevirdim. Kaşlarım çatılmıştı ve ağlamamak için direniyordum. Sinirlenince göğüs kafesinin içinde oluşan ağlama gereksinimi; keşke hiç olmasaydı. 

Kalbini Aya VerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin