Bölüm 14: Büyük Adımlar ve Derin Yudumlar

17.2K 376 101
                                    

Doğukan ismini duyunca karşı eve kalktı gözlerim. Boş bir bahçe görecek olmanın rahatlığıyla kalkan gözlerimin gördüğü manzara sonrasında yutkunmaya bile kalkışamayacak kadar irkilmiştim.

Karşı evin çardağında oturmuş ve yüzü gayet net olan biri...

Gözlerimdeki camlardan iki kırılma sesi geldi. Kurduğum dünyanın göğüne çizilmiş yıldızlar, kalakalmak eyleminin en gerçekçi ve en dolu biçimini yaşamak zorundalığını yanıma bırakarak kirpiklerimin arasından dökülüp beni terk ettiler sanki. 

Gözlerimi, değdikleri noktadan ayıramayacak kadar şaşkınlaşmış; tam olarak ne için şaşırdığımı kavrayamayacak kadar gerginleşmiştim.

O sırada Kartal da çevirdi başını odaklandığım noktaya doğru. Baktığım yerde oturan kişinin Doğukan olduğunu anlaması olması gerekenden fazla uzun sürdü. Anladığında ise hiddetle yanına gidecekmişçesine sağ adımını ileriye savurdu.

"Saçmalama," dedim ani bir atılımla kolunu tuttuğumda. "Sözünden dönüyorsun, sorun çıkarmak yoktu!"

Yeniden bana döndüğünde kolunu, sallayarak elimden kurtardı. İntikamcı bir ifadenin yüzüne asıldığını görünce acı bir tedirginlik yaşadım. Bu tedirginliğin ardından sol kulağına yanaştırdım ağzımı. "İntikam alması gereken biri varsa o da Doğukan'dır. Onu bıçaklayan sensin."

Kurduğum suçlayıcı cümleye karşılık daha da olumsuz bir ifadeyle yükledi bakışlarını yüzüme. Son söylediğimi duymamış gibi bir önceki sözcüklerimi cevapladı.

"Hiçbir şey için söz vermedim."

Adilikte sahiden de üstüne yoktu. Şu an yapmam gereken en doğru şey ise Kartal'ın dikkatinin Doğukan'ın üzerinden çekilmesini sağlamaktı. 

"Gidelim mi artık?" dedim Doğukan'a karşı olan sığ utancımı kolumun altına alarak. 

Önden gidenin ben olmamı istercesine kafasıyla işaret etti dış kapıya uzanan bahçe yolunu. Kaburgalarımı kabartarak yarım bir nefes aldım ve ilerlemeye başladım; Kartal da arkamdan geliyordu. Hemen arkamdan duyduğum kararlı adım atışların yanında, biz kapıdan çıkana dek üzerimizden ayrılmayacak olan bir çift gözün varlığını da hissediyordum.

Hislerim bunca dengesizken onlara ne kadar güvenebilirdim bilmiyorum; ama hislerim bir kenara dursun, algı mekanizmam bizi izlediğine emindi. İşte beni çıkmaza sürükleyen de belirsizlik ile kesinlik arasında olan bu çırpınışımdı. Bir şeye ne tam olarak emin olabiliyordum ne de o şeye kesin yargılarla yaklaşabiliyordum. Şüpheler içerisinde yaşayıp dururken aklıma gelen her şey için kendime göre çıkarımlarda bulunuyordum.

Kapıdan çıkmadan hemen önce, geri dönüşü olmayan bir patikanın üzerinde sürüklendiğimi; kapıdan çıksam da çıkmasam da Doğukan'ın bizi zaten görmüş olduğunu ve durumu değiştirmek için elden hiçbir şey gelemeyeceğini düşünerek kendimi teselli ettim. Fakat kapıdan çıktığımda, gerçeği değiştirememekle birlikte gelecek üzerinde oynamış olacaktım. Tam da aramızın düzeldiğini düşündüğüm ve artık ona neredeyse tamamen alışmış olarak gözümde devleştirdiğim şahıs hakkında kurduğum hayalleri, hayaller üzerinden giderek gerçekleşmelerini umduğum ayrıntıları bozguna uğratacaktım; ya da olabilecek her olumsuz hadiseyi daha da beter hâle getirecektim. 

"Çıksana." diyerek sırtıma dokundu.

Son bir adım. Basit bir işlem nasıl oluyor da bu kadar zorlaşabiliyor? 

Arkamdakinin de iteklemesiyle çıktım kapıdan.

Kendimi ne kadar teselli etsem de kapıdan dışarı adımımı attığım o an için sağır olmuştum ve elimde taşıdığım, yaşantılardan yapılma olan düz tepsi, üzerindeki birçok narin cam bardak ile yere düşmüştü; korkudan yere bakamıyor vaziyetteydim âdeta. Bardaklar kırıldıysa eğer, ortalığı toparlamam için büyük çaba sarf etmem gerekecekti; kırılmamaları içinse mucize olması gerekiyordu ve mucizelerin koşarak üzerime geleceği kadar temiz kalpli bir insan değildim. 

Kalbini Aya VerWhere stories live. Discover now