Bölüm 5: Naif Dalgalar

18.9K 528 40
                                    

Bir sonraki hamlemizin ne olması gerektiğini kararlaştırmak için telepati yaparcasına saniyeler boyunca Doğukan'la bakışmamızın ardından tüm algı kapakçıklarım körleşip kurumuş gibi kendi içime kapandım; farkında olduğum tek hareket kolumdaki sertliğin nedeni olan sürüklenişimdi.

Amacının kendime gelmem olduğunu varsaydığım bir tokat yedim suratıma. Derin bir uykudan büyük bir iştahla uyanmışım gibi işe yaramıştı ki, gözlerimi, bir bilgisayarı yeniden başlatırcasına, kötü bir günü ikinci şansla birlikte başa sararcasına, bir bedendeki kan baştan sona yenileniyormuşçasına sıkıca kapatıp açtığımda karanlık bir yerde olduğumuzu fark ettim; bu yerin aynı zamanda soğuk olduğunu da terleyen tüylerimdeki ürperişten anlamıştım. Çevremdeki varlıkları seçmeye çalıştığımda soğuyan kanın dudağımda yarattığı acıyı da sezdim.

Acıyla birlikte buruşan yüzümün devamında bağıracağımı sanmış olmalıydı ki "Ses çıkarma." dedi karşımdaki.

Ses çıkarabilecek hâlim de yoktu üstelik. Sırtım buz gibi beton duvara dayanmıştı ve duvar beni soğuğa beslediğim sevgiye karşılık imtihan ediyordu sanki. Görüşümü kaplayan bulanıklığı gözlerimi kırpıştırarak yok etmeye çalıştım.

"Kumsal, kendinde misin?" dedi dudakları arasından çıkan kelimelerin yüzüme çarptığı kişi.

Dilim dudaklarıma yapıştırılmış ve üzerine bir de kilit vurulmuşçasına tek kelime edemiyordum. Konuşmaya başlasam ayaklarımın altındaki zemin parça parça ayrılacakmış; konuşmayışımla da dev dalgalar bizi burada boğacakmış gibi kapana kıstırılmıştım hislerim tarafından.

"Deponun gizli kapısından çıktık, buraya bakmak gelmez akıllarına."

Terk edilmiş görünen gri renkli bir apartmanın arka tarafındaki bahçesinin kapalı beton boşluğundaydık kuru bir tahlilden geçirdiğim kadarıyla. Üstümüze ne bir beton ne de ağaçlar örülmüştü; gökyüzünü açıkça görebiliyordum. Arkamdaki düz yüzeyin paraleline dikilmiş beton duvarın üzerindeki tellerin ardına baktığımda yan taraftaki boş sokağı da gördüm. Sokakta bulunan büyük ışığın bir kısmı bize doğru süzülüyordu; özellikle Doğukan'ın renk sırrını çözüme ulaştıramadığım gözlerini çıkarıyordu ortaya ışık.

Gözlerinde yatan anlamı bir nebze olsun hissetmeye çalıştığımda sinir ve endişe yüklü bir ses tonuyla "Neden yaptın?" dedi.

"Seni ilgilendirmez."

"Artık ilgilendiriyor ama!" dedi sesini yükselterek yüzüme eğildiğinde. "Ben olmasam karakoldaydın şimdi."

Sen olmasaydın kazanmıştım da ama. "Şimdi ne yapacağız?" dedim konunun bu kısmından sıyrılmak istercesine.

"Burada sessizce bekleyeceğiz." derken canımı çıkarıp betona gömmek arzusuyla gözlerime bakıyordu.

Çaresizlikle başımı öne eğdim. Gömülmek arzusundan kurtulan gözlerim hangi ara giydiğini merak ettiğim ayakkabılarına ilişince neden karşımda böylece dikiliyor olduğu soru işareti düştü akıl gölüme. "Önümden çık." dedim çıplak omzunu tutarak ittirirken.

"O tarafa geçme." diyerek, omzunu tuttuğum kolumu kavrayıp durdurdu beni. "Kapının tarafına gölge olacak, içeriden görebilirler."

Doğukan'ın bu kez (?) saçmaladığını savunan dalgacı düşüncelerim göz devirerek pes ettiler ve bir kez de saçma önerilerden birine uymayı kabullendiler. "Yoruldum ben." Dirseklerimi dizlerime dayayacak biçimde yere çöktüm.

Bir müddet olduğu gibi kaldı ve o da önümde dikili kalan bedenini yere doğru sürükledi; tam yanıma oturdu. Sanki kurban edilmeyi bekleyen ümitsiz hayvanlar gibi sırtımızı duvara yaslamış hâlde başımıza gelebilecek şeyleri bekliyorduk.

Kalbini Aya VerWhere stories live. Discover now