31.Bölüm

15.7K 1.1K 323
                                    

Bedenlerine düşen canı keşfetmeden çok evvel bir tarçın fısıltısı çalınmıştı kulaklarına. Kokudan öte bir şeydi. Hatıratın algılayamayacağı, duyu organlarının körleşeceği kadar bir miktardı. Ne eksiği ne de bir fazlası değildi. Bir yakamoz derinliği, yada bir kırlangıç çığlığı kadar tiz bir fısıltı.. Ruhlar eşleşirken yayılmıştı etrafa. Ta ki O(c.c)nin karşılaşmaları için yazdığı vakit gelip çatıncaya kadar. İşte o an fısıltı deforme oldu ve ilahi emirle kokuya dönüştü. Usulca karıştı havaya ve değdi Yusuf'un burnuna.. Ardından süzüldü içine ince ince. Dokundu yüreğine. O artık eskisi gibi olmazdı. Uykuda olan kalp uyanınca kim aynı kalabilirdi ki zaten?

Hiç kimse...

Aradan geçen bir kaç günün ardından içi içini yeyip durdu Gülnihal'in. Önceden karşısına çıkan o adamı bahçede gördüğünü söyleyip söylememe konusunda bir karara varamadı asla. Gölge bir adam. Ya gizli bir düşman ya da bir şeylerin peşine düşmüş bir eşkıya. Yahut bambaşka durumlarda çıkabilirdi bunun ardından. Düşündükçe daha karardı ruhu. Birilerine anlatma ihtiyacı da çığ gibi büyüdü. Dirense altında kalacaktı. Direnmedi anlattı Zeliha'ya..

"Akıl tutulması yaşıyorum artık. Kimin nesi bu adam?" dedi mutfakta ki ceviz ağacından yapılma masada taze bamyayı çiçeğinden ayıklarken. Sonra başını kaldırıp devam etti" Acaba ailemize düşman olan falan var mı, burada büyümüşsün bilirsin"

Zeliha safiyane duyguları ile yanıt verdi
"Hayır. Hem biz düşman olunacak bir aile değiliz ki kimseye bir zararımız olmadı. Yani mümkünatı yok"

Bir müddet sustular ve bamyalara odaklandılar.

"Ya şeyse" Zeliha'nın anlaşılmayan iması ve kocaman acılan gözleri merakını uyandırdı evin gelininin ve sabırsızlıkla sordu.

"Ney... Ney olabilir?"

Zeliha başını uzattı ve fısıldadı "İyi saatte olsunlar"

İki kızda ellerini hızla ağızlarına kapatıp başlarını hafifçe hareket ettirdi. Ve kıkırdadılar yine.. "Olamaz mı, olabilir" Konu ne olursa olsun, nasıl oluyorsa oluyor ve bir şekilde vaziyet gayri ciddi bir hal alıyor akabinde bu iki genç hanım kendilerini mevzunun ciddyetinden uzaklaşmış ve gülerken buluyorlardı.

Aynı sıralarda ise Mustafa konağa yakındı. O gün için işlerini erken bitirmiş ve günlük rutin saatlerden daha erken ulaşmıştı eve..

Bahçe kapısının önüne geldiğinde eli uzattığı kapıda kaldı bir süre. Karşıdan gelen siyahlar içinde ki kadını tanımıştı. Bu tanıma suretten ve şekilden çok uzaktı, görünen hiç bir yeri yoktu ama bunlar onu tanımasına engel olamamıştı. Aynı yürüme aynı salınmaydı. Karşısına geldiğinde hiç tereddüt etmeden çıkıştı.

"Yine mi sen? Bu kadarı da fazla artık"

Karşısında ki kadın tabiri caiz ise kulak tıkayarak önünden geçti başını kaldırmadan. Peçesi dudaklarının üzerinde kımramıyordu bile. Bizzat dikkat etti Mustafa söylenip, söylenmediğini anlamak için. Bu kez söylenmiyordu. Ve kız önünden geçince tuhaf hissetti. Normalde şimdiye çemkirmesi hatta hırçın bir kuş gibi gagasını ortaya çıkarması gerekiyordu.. Fakat olmamıştı.

"Kime diyorum, Burada yine ne işiniz var?" Mustafa'nın yinelenen sorusu ile durdu kız. Başını usulca çevirip gözlerini yerden kaldırıp baktı. İnce tül peçenin ardından bakışları vurdu Mustafa'nın gözlerinin kıyısına. Sonra çekti bakışlarını önüne döndü ve bahçe kapısından çıkıp gözden kayboldu. Mustafa ise şaşkın bakışlarını kapıdan alıp içeri doğru yöneldi. Acaba ayıp mı etmişti? Kızın bu kez hiç konuşmamış olması aklını kurcalamıştı.. "Ne garip bir hatun" dedi içinden "Ne gariptir ki deli mi, dingin mi olduğu anlaşılmıyor"

Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)Where stories live. Discover now