47. Bölüm

10.3K 797 194
                                    

Sorsaydı ahvâlimi, böyle olmazdı belki. Yada çıkıp gelseydi ansızın. Düğümleri çözsede yeterdi belki. Belirsizlik yorar insanı çünkü. Arada ki mesafeden önce muammaları kaldırsaydı keşke. Bilirsin hal hatır sormak sadece bir ritüelden ibarettir. Merak eden görmeden feraha ermez sevdiğini. Arada koymaz, arafta bırakmaz, göz bebeğinden uzakta tutmaz, tutamaz. O yüzden bırak gelmesin.. Sevse zaten bırakırdı benliğini kenara, dokunurdu kanayana. Dokunmamış ki; yaralarım açık hala.. İşte bu sebepten bırak gelmesin. Kalsın, kalması gerektiği yerde... Gelmesin, gelmeye niyet etmediğine.

Uyanır uyanmaz besmele çekti Yusuf.. O kadın ilk gittiği zamanlarda gördüğü rüyayı görmüştü.. Fakat farklı bir hissiyat ile uyanmıştı.. Keder değil şaşkınlıktı zihninin hava sahasını sise boğan "Hayırdır inşaAllah" dedi. Başını yanında uyuyan karısına çevirdi.. Saçları dağılmıştı yastığın üzerine ipekten birer bağ gibi. Yanaklarında hafif bir pembelik, çevresinde ise kirpiklerinin buğulu gölgesi.. Yüzünü çevreleyen saçları işaret parmağı ile çekip kulağının arkasına yerleştirdi. Başını hafif eğdi ve gülümsedi.. İşte yüzü şimdi tamamen açılmıştı.. O gece karanlığında Gülnihal'i izlemek, rutubetli bir evin penceresinden içeri sızan gün ışığı gibiydi. Berrak, huzur verici ve sıcak..

Karısının başını usulca kaldırıp kolunu altına yerleştirdi. Ona doğru yan döndü ve ilk günden itibaren hiç mi hiç azalmayan tarçın kokusunun çatısı altında boşta ki elini karısının yüzünde gezdirdi. "Bir kızımız olur da o da tarçın kokarsa ne yaparım ben?" diye minimum ses ile bir cümle zikir etti. Çocuğunu kucağına almadan baba olmuştu Yusuf.. Dünyaya gelmemiş kızını kıskanmak ne demekti henüz bilmiyordu.. Gözlerinde ki boşluğu uykunun doldurmasına müsaade etti. Devşirme duyguların kol gezdiği dünya da o şekilde uyumak ne muazzam bir şeydi.. Ki bir çok insan safiyane duyguların yanından dahi geçemeden göçüp gidiyorken dünyadan..

O sabah evin büyüklerinin teşrifi ile bayram yerine dönecekti ortalık.. Aslında bir aya tamamlamak istemişlerdi tatillerini ama Ahmet beyin giderek artan öksürüğü ve halsizliği nedeniyle acil bir karar ile sonlandırmak durumunda kalmışlardı.

"Evimde öleyim" demişti öksürüğünün nefesine gem vurduğu vakur bir gece Ahmet Bey.

Ev eşrafı 3 koca haftadan sonra anlaşılmıştı ki Serra Hatun, konağın türlü çiçeklerle bezeli bahçesi Ahmet bey ise çatısıydı.

Onlarda çocuklarını özlemişlerdi. Konağın merdivenlerinden çıkarken elini duvarda gezdirdi kadın. "Şu ruhu olmayan taş parçasını bile özlemişim.. İnsanın vatanı ne ise evi de oymuş meğer bey" dedi.. Özleyen özleneni görünce anlarmış ya hasreti, iliğine kadar anlamıştı kadın..

"Öyle ya" dedi Ahmet Bey iki eli ile bastonundan destek alırken "Bu evde seninle birlikte büyüdük hatun.. 15 yaşındaydın bana geldiğinde.. Bende çocuktum tıpkı senin gibi.. Akşam yatıp sabah kalkmayı bile bilmiyorduk"

Yılların nemini içinde biriktiren göz altı torbalarının üstünden ay gibi parladı yaşlı kadının gözleri. "Hatırlıyor musun? ilk evlendiğimiz yıl rahmetli annen ve baban uyuyunca gizlice bahçeye çıkıp taş oynuyorduk seninle"

"Hatırlamaz olur muyum hiç.. Ya çıkıp inmeyi beceremediğimiz ceviz ağacı.. Korkudan ağlamıştın" dedi koyu ses rengi ile.

"Ah" dedi kadın "Ah hiç sorma o ceviz ağacı yüzünden kayın validemin yüzüne bir hafta bakamamıştım utancımdan.. Allah razı olsun bir kez yüzüme vurmadı evli barklı kadınsın ağaç tepesinde ne işin var diye. . Annelik etti bana. Mekanı cennettir inşaALLAH"

"Hakkını yeme.. Sende onlara evlatlık ettin. ALLAH razı olsun Serra bir kez yüzümü yere eğdirmedin benim. Ailemle arada bırakmadın hiç. Güzel evlatlar yetiştirdin. Sinirliysem karşımda çıt çıkarmadın, o genç, hoyrat zamanlarımda bile önümden gelmedin hiç, sesini yükseltmedin. Aç gözlülük etmedin, kibre geçit vermedin.. Dört çocukla birlikte hem kendin büyüdün, hem beni büyüttün"

Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)Where stories live. Discover now