38.bölüm

14.8K 1.2K 157
                                    

Sancılar büyüyor bir yerlerde. Bir yerlerde ölüm sessizliği kadar derin nameler.. O yükselen sala mı arşa doğru? Ya bu göğü yırtarcasına inleyen figan? Neyin nesi bunca keder, nereye bu savruk gidiş? Kalbin şeklini alan sızı? O da mı kişiye muhteder? Duyguyu sadece aşktan ibaret olmaktan çıkaran rahmani bir his. Nefsani şavşata gölgeleyebilir mi görmek isteyenin gözlerinde ki düş aralığını. Bir çok, bir çok ömür var boşa heba edilen.. Yaradılıştan öte bir adım atmayı öğrenemeden yitip giden.. Bunca kayıpta mı yazmıyor kaybolanlar listesinde? Teskin edilemeyen onca yara.. Aramayana derman da yok bu fani dünya da..Hiçlikte savrulan yürek derin, zifiri, boğuk ve nicesi.. İnsanın insandan aldığı bütün yaraların merhemi yine insan değil miydi, oysa ki?

Demem o ki; bir sürü duygu var bildiğimiz, bilmediğimiz ise tamamen bilinmeyenler içerisindeyiz..

Tabiri caiz ise imamın muazzam ses tonu ve hitabeti ile ete kemiğe büründü Cuma hutbesi..

  "Resulallah'ın ismi Mekke'de önlenemez bir dalgayla yayılırken müşrikler olayın ciddiyetini anlıyorlar. Tabi bu durumun etkisi ile şehrin ileri gelenleri, makam ve mevki sahipleri, zenginleri, asilleri, burnundan kıl aldırmaz müstekbirleri toplanıyorlar ve içlerinde türlü vehim, ağızlarında homurtularla yaşlı adamın mütevazi evine geliyorlar. Yüreklerindeki öfke dillerinden dökülüyor oracığa" O kadar gür ve kuvvetliydi ki sesi, cemaatin içi titrerken  en arkada yan yana saf tutan beyzadeler huzura varmadan girmişlerdi ilahi esintinin uhrevi girdabına.. "Ey Ebu Talip, dedi içlerinden biri; "Artık yeter; Yeğenin yoldan çıktı!" İmamın sesi tıklım tıklım dolu camiyi köşe bucak kuşatırken heyecanı da tazeliğini koruyordu.. Devam etti içine sığmayan nefreti ile "Görüyorsunuz değil mi şu müşrikleri.. Terbiyesizliklerini, boylarını aşan had bilmezliklerini görüyorsunuz. İşte" dedi "İşte ALLAH istese onları oracıkta helak edemez miydi? Ederdi.. Lakin ALLAH'ın rahmetinin olduğu gibi gazabınında vakti vardır.. Eğer kafire kıyamete kadar süre tanımasaydı oracıkta kahru perişan olurlardı.. Nasipsiz olmak başka bir şey efendiler.. Yanı başlarında peygamber var ama onlar, o nurdan bir nebze bile nasiplenemiyorlar.. Sizler... Ne kadar nasipli olduğunuzu daima aklınızın bir köşesinde muhafaza edin. Seçilmişlerden olduğunuzun şükrünü daima eda edin" Dedi. Müezzin cuma ezanını okuyup son çağrıyı yaparken son cümlelerini hislenen ve volümü düşen tınısı ile kurdu "İslam güzel şey efendiler..  İşitene, itaat edene, anlayana ve yaşayana güzel şey"

Şehrin sokakları namaz sırası tenhalaşmış iken Güz konağı tam tekmil çalışıyordu..

"Hazır mı lokmalar ahiretlik?"

Döne kalfa elinde ki tastan gözlerini kaldırıp mutfağa teşrif eden Serra hatuna baktı.. "Az kaldı "

"Namazın bitmesi yakın, çıkanı hemen şerbetleyip hazır edin Hamza ve Ömer gelip alacaklar.. Madem niyet ettik neticeye de layığı ile ulaştıralım" Tüm otoritesini cümlelerine serpip çıktı mutfaktan.. Ardından Döne kalfa lokma döken Zeliha'ya "Hızlan" mayetinde kaş göz etti... Cuma namazından çıkan erkekler için hazırlanıyordu bu yumurta, yoğurt ve un üçlüsü ile hazırlanan sıcak tatlı.. Çok çabuk kızardığı için Zeliha döküyor pişenleri Döne kadın tepsiye alıyordu..

Arkasına bakarak mutfağa giren Gülnihal "Annemin nesi var seslendim duymadı hemde yanımdan geçmesine rağmen?" diye sordu..

"Yine aklına bi koyduğu var" dedi Döne kadın evin hanımını çocukluktan tanımış olmanın verdiği bilgelik ile, ve ekledi "En son bu kadar telaşlı olduğunda bir kaç gün sonra Yusuf için sana görücü düşmüştük. Yakında çıkar kokusu"

Dört büyük sini dolusu hazırlanan lokmaların şerbetleri dökülünce, tesadüfen biri görür canı ister düşüncesi ile üzerleri örtüldü.. Ve farzı kılıp gelen Hamza ve Ömer ile camiye gönderildi...

Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)Where stories live. Discover now