36

5.8K 364 88
                                    

Herkese merhaba,

bölüme geçmeden önce sizlere söylemek istediğim bir şeyler var umarım dikkate alırsınız. Şu an saat gece yarısı, yeni bir güne giriyoruz, ayın on yedisine. Bu bölüm, pek iyi olmasa bile özel bir bölüm ve bu bölümü adamak istediğim sıradan birisi var.

Çevresine tüm sevgisini korkusuzca dağıtabilen ancak kendisi için yapamayan,

Verdiği değerin birazını bile karşısındaki kişilerden alamayan,

İnsanlara imkansızlıkların olmadığını, çaresizliklerle göğüs germesini öğreten ancak kendine gelince korkularının içine saklanan,

Hep çocuk ruhlu kalmak isteyen ve sırf bu yüzden çevresindeki diğer herkesten farklı olan, anlaşılmaz, akıllanmaz, duygusal, hassas, iyileşmeyen yaralar ve kırıklarla dolu birine adıyorum.

Bu bölümü kendime adıyorum. Normalde yapmam ancak bu sene bu özel günü yalnız geçirmek istemiyorum.

Hayatımda bir kez olsun, doğum günümü bana gerçekten değer verenlerle paylaşmak istiyorum. Bir kez olsun yalnız kutlamak istemiyorum bu günü.

Bugün, benim doğum günüm ve bu beceriksiz bölümü, 19. yaş günüme armağan ediyorum.

Yanımda olan ve olmayan herkese teşekkürler.. iyi ki varsınız..

Bedenim, derin bir uykunun kollarına hapsolmuş gibi tüm dokunuşlardan ve hislerden uzaktaydı. Ağırlığımın gittikçe dibe çöktüğünü, yorgunluğun tatlı bir mayışmayla üzerime yayıldığını ve gözlerimin buna dayanamayacağını biliyordum, günlerdir ölesiye yorgundum. İçinde bulunduğum tatlı, derin uykunun arasında bedenimin birileri tarafından kontrol edildiği izlenimine kapılmıştım, soğuk ameliyat odasından ziyade sıcak bir ortamdaydım ve birileri ameliyat önlüğünün altındaki çıplak tenime dokunuyordu. Başımdan geçen ve bir an için boğucu hissettiren şeye karşın iniltiyle cevap verdiğimde, tanıdık olduğum bir ses uyarırcasına, "Şşt," karşılığını verdi. "Benim, korkma aşkım." Ellerim tüm güçsüzlüklerine rağmen hayat bulmak için ona uzandığında başarısız bir şekilde omuzlarına düşmüşlerdi, güçsüzlüğüm onun omzuna yığılırken muhtemelen kazağım olan şeyi indirmeyi sürdürerek bedenimi kapatmıştı, açmayı bile becermediğim gözlerime rağmen bedenimi yatırarak başım yastığa gelene dek elinden geldiğince nazik davrandığını hissedebiliyordum. Ellerim hala ellerini ararken parmak uçlarımız birbirlerine dokunmuş, bizi yeniden bir araya getirmişti adeta. Yatağımın yanındaki ağırlığı hissedebiliyordum, benimle birlikte uzanıyordu ve bu bir şekilde iyi hissettirmiş, acılarımı kapatmıştı. Bulanık, acıyan ve anlamsız gelen bir kuruluğu üzerinde barındıran gözlerimi açmak için uzun bir süre bocaladım, vücudumdaki tüm kemikler kırılmış gibi, üzerimde devasa bir ağırlık varmış gibi hissediyordum ve bu bir şekilde saçma geliyordu. Altı üstü bir ameliyattı, böylesine koca bir etki yaratması imkansızdı o an. Ancak sonra bir şey oldu, gözlerim odanın içindeki saate dokunurken bedenime ansızın bir enerji yüklenmesi olmuş gibi yattığım yerden sıçrayarak doğrulmuştum, bu hareketime anlam veremediği için korkuyla o da sıçramış, aniden ellerimi yakalamıştı.

"Suri! Suri nasıl?" Gözlerimi saatten almayı başararak üzerine çevirdiğimde gözleri hızla gözlerimin etrafında yuvarlanıyordu. "İçeriye gireli bir saat bile olmamış, ameliyatlar bu kadar kısa sürmez ki!" Benim yerli itirazıma karşın, ellerini kollarıma kadar çıkararak saçma, anlamsız bir kahkaha attı. Bu kahkaha oldukça tuhaf geliyordu kulağa, ki haklıydım da o an. Çünkü bir insan aynı anda deli gibi gülerken ağlamazdı, bu sadece duyguları birbirine karışan bir adamın yapacağı herhangi bir hareketten ibaretti o an. "Mucizelere inanır mısın?" diye fısıldadı, bildikleri vardı ancak anlamıyordum o an. "Ben inanmazdım, birkaç dakika öncesine kadar yani."

"Bilmece gibi konuşup duruyorsun," onu hayatımda ilk kez azarladım o an. "Hiçbir şey anlamıyorum!" Yüzüne yamuk bir sırıtış yerleştirerek parmak uçlarını tatlı bir sertlikle yanağıma indirdi, bu tokat gibi değildi daha çok, eğlence amaçlı bir tokadı andırıyordu. "Aptal çocuk," yanağımdaki eli ansızın hırçın bir hareketle boynumu yakalayıp alnınlarımızı birleştirdiğinde ansızın başım dönmüş, sendelemiş gibi olmuştum. Gözlerimiz bir yerde birleşmiş, sanki tek bir gözle bakıyormuşuz gibi göründüğümüz o anlamsız anda dudakları yaramaz bir öpücük çaldı dudaklarımdan. "Bay Milward," diyerek eskiden yaşadığım yetimhanenin müdüründen bahsetti. "Biriyle birlikte hastahaneye geldi."

"Kiminle?" Elini başımın üzerine yerleştirip göğsüne doğru çekerken dudaklarıyla alnımı okşadı. "Şimdi bunları düşünme, sadece dinlenmeye ve toparlanmaya bak." Alnımı, koyduğu yere yaslayarak gözlerimi kapadım, sıcaklığında harmanlanmak ve teniyle ısınmak bana içimdeki o soruyu sormaya engel oluyordu. Dudaklarımın ucuna defalarca kez gelen ancak bir şekilde geri gönderdiğim o sorunun cevabını yine kendi vermişti. "Biliyor musun," diye fısıldadı bedenim kollarının arasına sıkışıp kalmıştı. Anlamsız bir şekilde, olduğumuz yerde sallanırken duymaktan korktuğum o şeyi söyleyecek diye kalbim ağzımda atıyordu o an. Boşlukta sallanan bir elimi tutup kendine çekerek içine küçük bir öpücük kondurduğu an, bunun beni sakinleştirmek için olduğuna kanaat getirmiştim. Demek ki gerçekten o gitmişti. Öpücük kondurduğu elimi bırakmadan, karnımın üzerine indirerek bir süre orada tuttu. "O hala bizimle." Birleştirdiği ellerimizi olduğu yerde tutmayı sürdürürken içimde bir şeyler yandı, kalbimin içinde, derinlerde bir yerde hayat bulan şeyler var gibiydi. Ellerim ve dizlerim titriyor, kulaklarım duymak istediğinin aksine işittikleri için kızarıyor ve vücudumu ateş basıyordu. İnanması zor muydu bu kadar? O gerçekten.. hala benimle miydi?

"Yalan söylüyorsun." Dudaklarımın arasından ölü bir fısıltı yükseldi, hıçkırıklarımın katili, hüzünlü aynı zamanda içi içine sığmayan bir fısıltıydı bu. "Yalan söylüyorsun!" Sesim boğazıma takılmış can çekişirken hızla düşen göz yaşlarımı sildi parmak uçlarıyla. Gözleri gözlerime dokunurken tedirgin görünüyordu, endişeli. Bir eli elimi kavrarken diğer eliyle saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırıyordu. "Eva," adımı kendinden emin fısıldamak isterken sesi çatallanmıştı, elleri yüzümü kavramak için atak yaparken, "Sevgilim," diyerek devam etti. "Bizimle." Yüzümü kavrayan elleri soğuk parmaklarıyla yüzümü yakarken güçsüz kollarıma can gelmişçesine atladım boynuna. "Çok korktum!" Ellerimle, sanki onu kaybedecekmişim gibi kendime çekerek sıkı sıkı sarıldım bedenine. Kolları ilk defa bu kadar sıkı sıkı sarıyordu bedenimi, sanki düşüyordum da o beni yakalamış, bırakmayacağına söz vermiş gibi. "Çok korktum Zayn! Çok!" Parmaklarım onun derisine yapışmış, kemiklerine dokunurcasına derisine batarken omzuna yaslanarak hıçkırıklarımı, içim çıkana kadar acımı yansıttım. "Suri için.. Bebek için.." titreyerek, çatallanan sesimle konuşmaya çalışırken dudaklarıyla çıkardığı o küçük sesle beni susturmaya çalıştı. "Eva," bu sefer sesi uyarıcıydı. "Seni böyle bir duruma düşürdüğüm için çok pişmanım." Kucağındaki yerimi düzelterek beni koluna yatırdığında elim yüzüne uzak kalmıştı, göz yaşları silinmesi gereken tek kişi değildim o an. "Bu hiçbirimizin suçu değildi." dedim, canım yanmıştı. "Bu suç bile değildi."

"Seçim yapmak zorunda değildim." diyerek hala kendini suçladığını gösterdi bana, soğuk parmak uçlarını dudaklarımla ısıtmak istedim o an. "Yapma Zayn, yeterince yorgunum.." saçlarımı okşarken yanıma uzanmış, usulca beni bedenine çekmişti. "Şimdi her şey geride kaldı Eva." Hala ağlamakta ısrar eden gözlerimle ona dönerek sıska bedenine kolumu sararken alnıma bir öpücük daha kondurmuş, beni kollarının hapsine almıştı. "Sen biraz uyuyacak ve güç toplayacaksın, bebeğim için."

Bebeğim demişti. Bebeğim. Karnımın içinde hala nefes alan mucizeye dokunup henüz var olan cismini karnımın üzerinden okşarken.

"Peki ya sen?" Üzerimde hüküm süren varlığını ellerimin arasında hapsedebilecekmişim gibi sıkı sıkıya kavrarken endişeme gülümseyerek karşılık verdi. "Sen uyanana kadar, hiçbir yere gitmiyorum sevgilim."

Ufaklık | zm Where stories live. Discover now