Işıktan Kapı

375 39 11
                                    


Bölüm 3

Saat gece yarısına yaklaşırken Vada öfkeyle üzerindeki örtüyü savurdu ve yataktan kalktı. Saatlerdir gözlerini tavana dikmiş uykusunun gelmesini bekliyordu, ama elde ettiği tek şey baş ağrısı ve daha fazla mide bulantısıydı.

Sabahlığını üzerine geçirme gereği duymadan karanlık koridora çıktı ve onu mutfağa götüren basamakları indi. Az sonra dolaptan aldığı sütü bir bardağa boşaltmış gerisin geri odasının yolunu tutmuştu.

Ev sessiz, sakinleri uykudaydı. Ortalıkta dolanan hizmetliler dışında günün herhangi bir saatinden farklı sayılmazdı. Bu yüzden koridorun sonunda, salondan süzülen ışığı görünce Vada anlam veremedi. Babası ayakta olsa bile, zamanını kendi çalışma odasında geçirmeyi tercih ederdi. Annesine gelince... Evde olduğu zamanlarda bile kadının odasından çıktığı pek nadir olurdu.

Vada salona doğru ilerlediğini odanın kapısına geldiğinde fark etti. Merakına yenik düşen ayakları onu kendiliğinden kütüphanenin önüne getirmişti. Işığın kaynağı yeşil çalışma lambasıydı, ama onu açan kişi ortalıkta görünmüyordu. Ardında bıraktığı kitap ise son okunan sayfada açık kalmıştı.

Elindeki sütü masaya bırakan Vada kitabı eline aldı. Aynı anda görünmez eller boğazını sıkıyormuş gibi nefessiz kalmıştı. Bu son doğum gününde Rhydian'ın ona hediye ettiği kitaptı ve açık kalan sayfada kıza bıraktığı kart duruyordu. Kitap Vada'nın elinden kayıp düşerken kart parmakları arasında kalmıştı.

Senin için buradayım. Şimdi ve her zaman.

Vada gözlerinin alev aldığını hissetti. Kazadan sonra ilk kez yaşlar kontrolsüzce boşalıyordu. Onca zaman içinde tuttuğu ne kadar duygu varsa su olmuş yanaklarından süzülürken onu durduran hiçbir engel kalmamıştı. Vada ilk kez ruhunun kaybolan parçası için ağlıyordu. Kimseden gizlenmeden, duygularını saklamadan... Çırılçıplak... Düştüğü yerde kartı göğsüne bastırmış, sanki yeterince sıkı tutarsa Rhydian'a ulaşacakmış gibi sarılmıştı.

"Senin için buradayım." diye mırıldandı yeniden nefes alabildiğinde. "Şimdi ve her zaman."

Kendi sözleri bir kez daha hıçkırıklara boğulmasına yol açmıştı. Yakarışları yorgunluktan bitap düşene dek dakikalarca sürdü, sonra yerini inlemelere bırakıp bir süre sonra tamamen sona erdi. Yarım saatin sonunda nihayet sakinleştiğinde sırtını masanın ayağına yaslamış, ama elindeki kartı bırakmamıştı. Kolunu kıpırdatacak hali yoktu. Bileğinde huzursuzca hareket eden gölgeye diktiği gözleri her an akmayı bekleyen nöbetçi yaşlarla parlıyordu.

"Keşke benimle konuşsan." dedi. Gölgesi o an insan formunda bile değildi. Olsa da Vada ona cevap veremeyeceğini biliyordu. Yine de... Vada son bir kez elindeki karta baktı. Gözlerini ovalayıp kalan son göz damlalarından da kurtuldu. Kendini kandırmanın anlamı yoktu. Rhydian geri gelmeyecekti. Bhavin gitmişti. Ve bu hayatta yapayalnızdı. Hep olduğu gibi.

Odasına dönüp karanlık gecenin kollarına sığınmak için ayaklandı. Aynı anda masanın altında bir ışıltı yakalamıştı. Elleri düşünmeden ışığı tutabilirmiş gibi öne uzandı. Şimdi parmaklarının arasında altın bir kolye tutuyordu. Ucunda daha önce hiç görmediği bir şekil vardı. Ortadaki taş ay taşını andırıyordu. Biri hematit diğeri elmastan yapılmış iki figür ay taşını iki yanından kucaklamıştı. Tüm bunları altın ince bir tel çaprazlama olarak sarıyor ve taşları bir arada tutuyordu.

Vada bu kolyenin annesine ait olmadığına yemin edebilirdi. Kolyeye çirkin demek haksızlık olurdu; ama daha çok bahar panayırında tarot falı bakılan bir tezgahtan alınmış havası vardı. Annesi böyle bir kolyeyi hediye olarak bile kabul etmezdi. Her varlıklı kadın için olduğu gibi mücevherler onun da vazgeçilmeziydi; ama sadece yeterince değerli olduklarında...

GÖLGE ŞEHRİ - GÜNDÖNÜMÜWhere stories live. Discover now