İsyankar Gölgeler

170 28 0
                                    

Bölüm 13

Jaya alevler içindeki taş binaya son bir kez bakıp yeniden kalenin yolunu tuttu. Vada'yı odasına bıraktıktan sonra doğrudan tapınağa gelmiş olsa da vardığında yapacağı bir şey kalmamıştı. Kaçmayı başaran gölgeler çoktan Açık Orman'ın yolunu tutmuş, yakalananlar vahşice dövülüp zindana atılmış, zayıf olanlar yangında kül olup sonsuza dek yok olmuşlardı.

Jaya'nın onu çağıran askerin peşinden gitmesinin tek nedeni planın işe yaradığını görmekti. Ama daha tapınağı uzaktan gördüğü ilk an işlerin yolunda gitmediğini anlamıştı. Kaira ortalıkta görünmüyordu, oysa çoktan kızı asilere teslim etmiş; askerlerin başına geçmiş olması gerekirdi. Kurtulandan çok geride kalıp ızdırap çeken gölge var gibi duruyordu. Bazıları yanmış, diğerleri askerlerin acımasız şiddetine maruz kalmışlardı. Çoğu başlarına ne geldiğini bile anlamamış saf yavrulardı ve gözlerini açtıkları bu cehennem onların sonsuz mezarlığı olmuştu.

Jaya üzerine doğru kaçan birkaç gölgeyi acımasızca yere sererken kendine bunu neden yaptığını hatırlatmaya çalışmıştı. Oysa bunun kalbindeki sızıya bir faydası yoktu. Başarısız olmuşlardı. Kurtarabilecekleri onca gölgeyi belki de başlarına geleceklerden daha kötü bir kadere terk etmişlerdi. Kaleye girdiğinde tek umudu Kaira'nın gölge kızı kaçırmayı başarmış olmasıydı, ama bunun cevabını almadan önce kraliçeyi görmesi gerekiyordu.

Koridorlar tüm askerler tapınağa koştuğundan nispeten boştu. Geride kalan muhafızların yüzünden korkuları okunuyordu. Melekler geri gelecek miydi? Saldırdıklarında onlara nasıl karşı koyacaklardı? Kraliçeleri o tarifsiz gücüyle gölgelerini koruyacak mıydı, yoksa az önce olduğu gibi savaştan ilk kaçan kişi mi olacaktı?

Jaya taht odasının kapısına geldiğinde kadının koridoru inleten çığlıkları kulağına ulaştı. "Bana Jaya'yı bulun!" diye haykırıyordu kraliçe. "Komutanı bana getirin! Onu bulup bana getirin!"

Jaya başına gelecek her şeyi tahmin edebiliyordu. İmkansız olsa da sakinliğini koruyup askerlere kapıyı açmasını işaret etti. Az sonra loş salona adım atmış, aynı anda keskin pislik kokusu burnunu yakmıştı. Onu gören zavallı askerler kraliçenin gazabından kurtulduklarını düşünüp umutla kenara çekildiler. Sonunda kadının öfkesinin asıl sahibi gelmişti. Jaya ağır adımlarla salonun ortasına doğru ilerledi. Onu gören kraliçe volta atmayı kesmiş, tahtın önünde demir bir heykel gibi durmuştu.

"Jaya..." diye tısladı. Sesi zaten ölmüş olan güllerin tamamen çürümesine neden olmuştu. Yaşadıklarından sonra kadının gücü onu her an biraz daha zorluyor olmalıydı. Şeytani güzellikteki yüzü şimdi siyah halkalarla çevriliydi ve gözlerindeki gümüşi ışık kaybolmuştu. Onun enerjisiyle hayat bulan illüzyon artık yoktu ve taht odası şimdi kokuşmuş bir çöplük gibi görünüyordu. Duvarlardan sarkan çürük yaprakları yiyen kurtlar kraliçenin gücünün son noktasında olduğunun bir göstergesiydi.

Bu manzarayı defalarca görmüş olan Jaya bakışlarını kadının üstünde sabitlemişti. "Efendim." dedi. "Beni görmek istemişsiniz."

Kraliçenin tüm öfkesine rağmen sesi sakindi. Bu rahatlığı kadını daha da çılgına çevirince birkaç adımda arayı kapatıp siyah tırnaklarını Jaya'nın boynuna geçirdi. "Açıkla!" dedi dişleri arasından. "Meleklerin evime, kaleme nasıl girdiklerini açıkla Jaya! Tapınağın nasıl yandığını açıkla! Senin adamlarının nasıl o gölgelerin kaçmasına müsaade ettiğini açıkla! Açıkla ki senin boynunu hemen şuracıkta kopartmayayım!"

Jaya tenine geçen tırnakların altından süzülen kanı hissedebiliyordu. Bedeni kraliçenin gücüyle titremeye başlamıştı, ama direniyordu. Yüzüne bakan biri onun çektiği acıyı anlamazdı. "Efendim." dedi. "Çağırdığınız gölgeler arasında bir hain vardı. Meleklere haber veren de oydu."

GÖLGE ŞEHRİ - GÜNDÖNÜMÜWhere stories live. Discover now