4.Bölüm

4.2K 307 80
                                    

Kan ter içerisinde uyandığım bir kâbus daha sonlanmıştı bilinç altımın merkezinde. Bu durum can sıkıcı bir hâl almaya başlamıştı artık. Ruh halimden alâkasızdı gördüğüm kâbuslar. Bilinçaltımın neden bu kadar saçma şeylerle dolu olduğunu merak ediyordum açıkçası. Sanırım yaşadığım depresyon, bilinçaltımı istila ediyordu.

Yataktan çıkıp banyoya doğru ilerlerken, kâbusun etkisinden hâlâ çıkamamıştım. Soğuk suyu açıp, defalarca yüzümü yıkadım. Soğuğu hissettikçe kendime geliyor, kâbusun etkisinden çıkmaya başlıyordum. Altı üstü bir kâbus.. Bunu son zamanlarda çok sık söyler olmuştum. Bu kadar çok kâbus görmem normal değildi.

Soğuk suyla bir kez daha yüzümü yıkadıktan sonra kafamı kaldırıp, sûretimle göz göze geldim. Aynadaki yansımam ruh halimi tam olarak yansıtıyordu. Donuk ve yorgun bakışlar, morarmaya yüz tutmuş göz altları ve çökmek üzere olan yanaklar.. Bunlar dıştan görünenlerdi. Ruhumda ise kopan fırtınalar ve sönmek bilmeyen bir ateş vardı. Günden güne harlanıp, ruhumu kavuran ateş..

Yüzümdeki su damlacıkları yavaş yavaş boynuma doğru süzülürken, bir süre onları seyrettim. Her biri yavaş yavaş süzülüyor, geçtiği yerlerde iz bırakıyorlar, sonra da silinerek yok oluyorlardı. İnsanlarda böyleydi. Geçtikleri her yerde izler bırakıp yok oluyorlardı. Su damlacıklarının bıraktığı izler bir süre sonra kurur, silinirdi. Peki ya insanların bıraktığı izler? Onlarda silinir miydi? Mesela ailem. Onların izleri bir gün silinir miydi?

Aslında bu sorunun cevabı açıktı. Bırakılan derin izler silinmezdi. Bir zaman sonra silikleşsede o hep öylece kalırdı. Çünkü ailemin bana bıraktığı izler silinecek gibi değildi. Silmeye de niyetim yoktu.

Aynadaki yansımama dalıp gitmişken, telefonumun sesiyle irkildim ve odama geçip arayan kişiye baktım. Hakan arıyordu. Düşünmeden meşgule attım fakat yılmayıp tekrar aradı. Hangi yüzle aradığını merak etmiyor değildim. Benimle yıllarca oyun oynamıştı. Şimdi ise utanmadan arayabiliyordu.

Telefonumu öfkeyle yatağın üzerine fırlattıktan sonra çok geçmeden mesaj geldi. Mesaja bakmayıp, odadan çıkacakken, içimdeki merak dürtüsüyle bundan vazgeçtim ve telefonu yeniden alıp gelen mesajı açtım.

Hakan:
Aç şu telefonu!

Mesajı okur okumaz bir öfke dalgası sarmıştı bedenimi. Sert ve kaba bir dille bana emir veriyor oluşu, kabulleneceğim bir şey değildi. Emri vakiden hoşlanmadığım yetmiyormuş gibi, bu emri vakiyi Hakan'ın yapıyor oluşu öfkemi ikiye katlıyordu. Tam olarak hem suçlu hem güçlü deyiminin vücut bulmuş haliydi.

Çok geçmeden yüzsüzce tekrar aradığında, telefonu yanıtlayıp kulağıma götürdüm.

"Ne var?" Sert çıkışım karşısında biraz afallasa da, bozuntuya vermemeye çalıştı.

"Seni özledim. Evine geldim ama yoktun." Söylediklerinde samimi olmadığını, ses tonundan dahi anlayabiliyordum.

"Taşındım ben. Artık seninle konuşmak ve görüşmek istemiyorum. Beni bir daha arama!" Cevap vermesine fırsat vermeden telefonu kapattım ve cebime koyduktan sonra odamdan çıktım.

Mutfağa inip kahvaltı için bir şeyler hazırladım. Sabah sabah sinirlerim bozulmuştu ve hiç iştahım yoktu. Ama bir şeyler yemek zorunda olduğumu biliyordum. Çünkü hasta olursam bana bakacak kimsem yoktu.

CİN KASABASI (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now